Geldi yine bir bayram, yine neler yapsak acaba sorusu… Tabii yine bir kaçış planı. Kimimiz şehirden denize, kimimiz denizden yaylaya kaçmaya çalıştı. Ama nereye gittiysek yanımızda kalabalığı da götürdük sanki. Tatil mi yaptık, yoksa toplu bir göç denemesi mi yaşadık, ben hâlâ karar verebilmiş değilim.
Turistik mekanların kalabalığı bayram heyecanını da tatil eğlencesini de sanırım biraz kabusa çevirdi.
Trafikte geçirilen saatler, otel lobilerinde uzayan kuyruklar, plajda yer kapma mücadelesi... Hani insan kendi evinde kalıp pencereyi açsa daha fazla oksijen alacak gibi hissediyor.
En çok da turistik beldeler nasibini aldı bu kalabalıktan. Sabahın köründe bile sahilde havlu kapma yarışı, restoran önlerinde sandalye bekleyen insan manzaraları... Sessizlik arayanlar, klakson ve çocuk çığlıkları arasında sessizlikle vedalaştı. Hele sosyal medyada paylaşılan “tatil cenneti” karelerinin gerisindeki gürültüyü duysak, belki o karelerin filtrelerini bir daha sorgulardık.
Elbette şöyle de bir gerçek var. Kimsenin kimseye de kızma hakkı yok. Herkes o kadar stresli ve yoğun ki adeta bir kaçış, bir yenilenme hali aranıyor. Büyük şehirlerin gürültüsünden, yıl boyu süren yorgunluktan kaçmak herkesin hakkı. Sorun şu ki, hepimiz aynı anda, aynı yerlere kaçmaya çalışınca, kaçtığımız her şey peşimizden geliyor. Gürültü, kalabalık, telaş...
Belki de asıl mesele tatilin süresinde değil, şeklinde. Dinlenmeyi, sadece mekân değişikliği sanıyoruz. Oysa bazen insanın gerçekten dinlenmesi için biraz yavaşlaması, biraz da yalnız kalması gerekiyor.