Geleceğin en değerli hazinesinin para değil, su olacağı konuşulurdu. Bu bir kehanet değil, çoktan kapımıza dayanmış bir gerçeklik. Türkiye'nin dört bir yanından gelen görüntüler bu gerçeği somutlaştırıyor: kurumuş nehir yatakları, boşalmaya yüz tutmuş barajlar ve toprağı çatlamış tarlalar. Artık sadece yağmur duası etmek yetmiyor; su yönetimini, tarım politikalarımızı ve bireysel alışkanlıklarımızı acilen masaya yatırmamız gerekiyor.
Türkiye, sanılanın aksine "su zengini" bir ülke değil. Var olan kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanmak, gelecek nesillere temiz su bırakmanın tek yolu. Ancak ne yazık ki, tarım politikalarımızda bu bilincin yeterince yerleşmediği görülüyor. Suyun en büyük tüketicisi olan tarımda, verimsiz sulama yöntemleri hâlâ yaygın olarak kullanılıyor. Damlama ve yağmurlama gibi modern teknikler yaygınlaşmadıkça, her bir damla su boşa akıyor. Su kaynaklarını en çok tüketen ürünlerin yetiştirilmeye devam etmesi, mevcut kuraklık tehlikesini daha da büyütüyor.
Bu sadece çiftçinin meselesi değil, hepimizin meselesi. Gelecekte yaşanabilecek olası su kıtlığı, gıda güvenliğimizden şehir hayatımıza kadar her şeyi etkileyecektir. Bu nedenle atılacak adımlar, sadece baraj inşa etmekten ibaret olmamalıdır. Sürdürülebilir su politikaları oluşturmak, yerel yönetimlerin su tasarrufunu teşvik etmesi ve halkın bilinçlendirilmesi şarttır. Musluklarımızdan akan suyun değerini anlamalı, en basitinden bulaşıkları elde yıkamak yerine makine kullanmak gibi basit önlemlerle bireysel sorumluluk almalıyız.
Ayrıca, yeraltı sularının kontrolsüz kullanımı ve sanayideki yüksek su tüketimi de ele alınması gereken diğer önemli başlıklar. Su, bir siyasi mesele değil, bir hayatta kalma meselesidir. Ülkemizin dört bir yanındaki kurumuş nehirler, bu çağrıyı bize sessizce haykırıyor.
Suyun damlasını bile ziyan etmeyecek bir anlayışla hareket etmek, sadece bir tercih değil, bir zorunluluk haline geldi. Çünkü eğer bugün suyu yönetmezsek, yarın su bizi yönetecek.