Yaz sıcakları geride kaldı, takvimler Eylül'ün sonunu gösteriyor. Oysa bildiğimiz serin sonbahar meltemleri yerine, ciğerlerimize dolan duman kokusuyla uyanıyoruz. Bursa, Muğla, Alanya ve Çanakkale'den gelen haberler yüreğimizi bir kez daha dağlıyor. Hava sıcaklıkları düşmüşken, neden hâlâ ormanlarımızın alevlerle dans ettiğini soruyoruz kendimize. Bu durum, bize iklim krizinin artık sadece sıcak havayla ilgili olmadığını, bizzat yaşadığımız bir gerçeklik olduğunu gösteriyor.
Yıllarca orman yangınlarını yazın en sıcak günlerinde yaşanan trajik olaylar olarak kodladık. Ağustos alevleri, ciğerlerimizi yakan bir kavurucu sıcaklık ve beraberinde gelen doğal felaketler... Ancak artık durum değişti. Yaz aylarının getirdiği aşırı kuraklık, orman zeminindeki kuru örtüyü öyle bir patlamaya hazır hale getiriyor ki, hava sıcaklıkları düşse bile en ufak bir kıvılcım bile büyük bir yangına neden olabiliyor. Bu kuraklık stresi, yangın mevsimini uzatıyor ve bu felaketlerin sonbahara sarkmasına neden oluyor.
Bu yangınlar sadece küle dönen ağaçlardan ibaret değil. Yanan her ağaçla birlikte, yaban hayatı yok oluyor, toprağın verimliliği azalıyor ve seller gibi yeni felaketlere zemin hazırlanıyor. Bu döngü, bizi bir kısır döngüye hapsediyor. Yanan ormanlar, atmosferdeki karbondioksit miktarını artırarak iklim krizini derinleştiriyor; derinleşen kriz ise daha uzun ve yıkıcı yangın mevsimlerini tetikliyor.
Peki ne yapmalıyız? Yangınla mücadele sadece havadan su taşımakla sınırlı değil. Öncelikle, iklim değişikliğine karşı bireysel ve kolektif sorumluluklarımızı hatırlamalıyız. Enerji tüketimimizi gözden geçirmek, toplu taşıma kullanmak, sürdürülebilir ürünleri tercih etmek gibi küçük adımlar bile, bu büyük resmin bir parçasıdır. Yangınların önlenmesi için bilinçlendirme çalışmalarına ağırlık verilmeli, ormanlarımızın korunması için daha sıkı denetimler yapılmalı.
Türkiye, orman varlığını her geçen gün daha fazla tehdit eden bir coğrafyada yer alıyor. Bu yangınlar, doğanın bize gönderdiği son uyarılar olabilir. Unutmamalıyız ki, geleceğimizi korumak için bugün harekete geçmek zorundayız. Aksi takdirde, her yıl yanan ormanlarımızın değil, sadece küllerimizin olduğu bir gelecek bizi bekliyor olacak. Bu durum, acı bir gerçeklik olsa da umutsuzluğa kapılmak yerine, harekete geçme zamanının geldiğini haykırmalıyız.