Ankara, son yıllarda hızla genişleyen, kalabalıklaşan ve bir metropol olmanın tüm sancılarını yaşayan bir şehir haline geldi. Bir zamanlar "memur kenti" olarak anılan Ankara, artık günün her saati trafiğin aktığı, siren seslerinin hiç susmadığı bir labirente dönüştü. Nüfusun sürekli artması, yeni yapılan konut projeleri ve şehre taşınan insanlarla birlikte altyapının bu hıza yetişemediği açıkça ortada.
En basit iş bile saatler süren bir yolculuğa dönüşüyor. Sabah evden çıkarken yaşadığımız "Acaba geç kalır mıyım?" endişesi, artık hayatımızın bir parçası. Okul servisleri, işe gidenler ve günlük işlerini halletmek isteyen vatandaşlar, o genişletilen yollarda bile durmak zorunda kalıyor. Yeni açılan tüneller, köprülü kavşaklar ve çok şeritli yollar, sorunu çözmek yerine, daha da fazla aracı trafiğe çekerek kısa süreli bir rahatlama sağlıyor. Ancak asıl sorun, yani bireysel araç kullanımının artışı ve toplu taşıma alternatiflerinin yetersizliği, olduğu gibi duruyor.
Trafik sorunu sadece zaman kaybı değil; aynı zamanda ekonomik ve psikolojik bir yük. Yakıt masrafları artıyor, şehirdeki hava kalitesi düşüyor ve en önemlisi, insanlarda sabırsızlık ve öfke birikiyor. Hayatımızın önemli bir bölümünü trafikte geçirmek, sosyal ilişkilerimizden iş verimliliğimize kadar birçok alanı olumsuz etkiliyor.
Peki, bu çile nasıl bitecek? Çözüm, sadece yeni yollar açmakta değil. Şehir planlamasını toplu taşıma odaklı hale getirmek, metro ağını genişletmek, bisiklet yollarını yaygınlaştırmak ve insanları araçlarını evde bırakmaya teşvik edecek akıllı çözümler üretmek gerekiyor. Ankara'nın sadece beton yığınlarından ibaret bir şehir değil, yaşanabilir bir kent olması için köklü çözümlere ihtiyacı var. Aksi takdirde, hepimiz bu durdurulamaz akıntının içinde boğulmaya devam edeceğiz.