Yazın telaşlı adımlarının ardından, Eylül sessizce kapıyı araladı. Ne ani bir fırtınayla geldi ne de gösterişli bir merasimle. Sanki sadece biz fark edelim diye rüzgârın sesine karıştı, ağaçların yapraklarına fısıldadı.
Eylül, yılın en özel aylarından biridir. Ne tam anlamıyla yazı bırakır ardında, ne de tamamen sonbahara teslim eder kendini. Sabah serinliğiyle insanın içine işleyen bir tazelik, akşam üzeri güneşinin altında ise yazdan kalma bir sıcaklık vardır. Bu mevsimde gökyüzü daha derin, günbatımı daha anlamlıdır.

Yeni bir başlangıcın eşiği

Okullar açılır, şehirler kalabalıklaşır, doğa yavaşça sarıya, turuncuya, kahverengiye bürünür. Belki de Eylül’ün hüznü buradan gelir bir şeylerin bitişinden, yeni bir başlangıcın eşiğinde durmaktan...
Sonbahar, Eylül’le birlikte gelir ama acele etmez. O yüzden belki de en çok bu ayda fark ederiz zamanın yavaş akışını. Bir fincan çay eşliğinde cam kenarında oturmak, sokakta yürürken dökülen ilk yaprağın üzerine basmak... Tüm bunlar Eylül’ü özel kılar.
Hoş geldin Eylül... Sessizliğinle, serinliğinle ve derinliğinle.