Bursa, Uşak, Bilecik, Karabük, Sakarya, Antalya, Kahramanmaraş, İzmir, Mersin, Hatay, Çanakkale, Manisa, Ankara… Şehirlerimiz, ormanlarımız kül olan binlerce ağaç, binlerce yuva, binlerce can., onlarca kurtarıcımız

Her yıl tam da bu aylarda yaşanan bizleri çok derinden sarsan “oksijenimiz, canımız ormanlarımız” yine cayır cayır yanıyor. Korktuğumuz yine başımıza geldi. Son yıllarda tekrarlayan “yine yaz geldi ve biz yine yandık” cümlesini acı bir şekilde yaşadık.

Yemyeşil ülkemiz şimdi kapkara. Artık yalnızca is kokusu ve yitip giden canların sessizliği var üzerinde. Ormanlarımız, hayvanlarımız, toprağımızın bin bir canlısı…

Geçtiğimiz yıllarda da aynı manzaralar yaşandı, hatta aynı cümleleri duyduk. Nedir mi onlar? + “Yangına müdahale sürüyor” “Soğutma çalışmaları başladı” “Alan kontrol altına alındı” Ama ne yazık ki ne doğa kontrol altında, ne de bizim vicdanlarımız. Kontrol alındı mı yoksa yanacak yer kalmadığı için mi durdu artık?

2025'in daha yarısı dolmadan ülkemizin dört bir yanında 4 bine yakın yangın… Bu neyin işareti? İçimiz acıyor…

İzmir… Ah o canım güzel Ege ilimiz. 25 bin hektarını kaybetti. Sadece bir rakam gibi görünmesin bu. Her hektarda kaç can vardı? Kaç yuva vardı? Kaç çocuk orada ilk defa ağaç gölgesinde top oynadı? Kaç kuşun sesi artık sonsuza dek sustu? Karabük... Ah yemyeşil ağaçlarıyla, ormanıyla nefes olan şehrimiz. Köyleri boşaltılmak zorunda bırakılan kentlerimiz.

Yetkililer çalışıyor, binlerce personel seferber ediliyor, hava araçları, kara araçları… Önleyici tedbirler neden konuşulmuyor bu ülkede? Sorulacak o kadar çok soru var ki. Nerden başlasak elimizde kalacak.

Doğa ölüyor. Ama daha kötüsü biz ölüyoruz, içten içe, yavaş yavaş, fark etmeden. Çünkü orman bir ağaç değil sadece. Orman bir yaşam biçimi. Onunla birlikte biz de nefes alıyoruz. Ve her yangınla biraz daha boğuluyoruz