İnsanların bir kısmı iyi veya kötü şeyler yaşar. Bu yaşanılanlara rağmen hislerini hayatlarından çıkarmaz. Bazı insanlar vardır ki yaşadıklarından dolayı artık hissizleşirler. Mutlu olmayı, üzülmeyi, heyecanlanmayı unuturlar. Tepki veremeyecek hale gelirler.

Yaşadıklarından ötürü kişinin duygularını bastırma isteği doğar. Böyle yapınca hem kendisini hem de çevresini koruduğunu düşünür. İlk başlarda kişinin sakinleştiğini hissetmesini sağlar. Bir durgunluk kazandırır. Bu yapılan ise hayatla bağını koparmak gibi bir şeydir. Kişi bunun ne kadar farkında olursa olsun film izler gibi hayatında olan olayları sadece duvarı izlermiş gibi izlemeye başlar.

Son yıllarda bu duygu durumu olan hissizlik artmış durumdadır. Özellikle ilişki konularında olsun, aile konularında olsun kimse kimseyle uğraşmak istemiyor. Herkes birbirine tamam cevabı vererek birbirini geçiştiriyor. Duyguların bir anlamı kalmadığını düşünen kişiler bunu çevresine de gösterir hale geliyor.

Kişi kendini öyle bir duruma getiriyor ki verdiği değeri göremedikten sonra ben neden çabalıyorum hissine giriyor ve artık eskisi gibi olmamayı seçiyor. Kaybolan duygularla beraber iletişimde yok olmaya başlıyor. İletişimin ne kadar önemli bir olay olduğunu hepimiz biliyoruz. İletişim kuramamak, birbirini anlayamamak hem kişinin kendisi için hem de karşısındaki kişi için belirsizliğe neden olur. Bu belirsizlik ile birlikte kişi artık ne yapacağını bilemez. Belirsizlik içinde kaybolmakta istemez. Artık öyle bir seviyeye gelir ki tahammül edemez ve duygularını kapatma düşüncesine dalar. En sonunda da içini bir hissizlik düşüncesi sarar.

Yaşanılan olumsuz duygulardan kaçmak için hissizleşmek isteriz. Bazen ise tam tersi olabilir ve duyguları dibine kadar tadarız. Hissizleşmek belki duyguları kontrol altına alabilir. Ama kişinin eskisi gibi olmasına ve iyileşmesine engelde olabilir.