Osmanlı Devleti’ne hükmeden sultanların hemen hemen hepsi, kişisel kütüphanelerine sahipti. Onların emrinde görev yapan sadrazam, vezir, kadı ve diğer yöneticiler gibi entelektüeller de eğitimli ve ileri görüşlü kimselerden oluşuyordu. Fakat halka inildikçe eğitimin neredeyse yok denecek bir düzeye düştüğü dikkati çekiyordu.

Sinan Paşa (Öl. 1486): Babası ünlü âlim Hızır Bey tarafından eğitilmiş, Edirne Medresesi’nde müderrislik yapmış, sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından kendisine hoca tayin edilmiştir. İfrat-ı zekâ (zekâsı ile söz ve davranışlarında hür) ve buna ilave olan olgun davranışları, kendisini paşalığa kadar yükseltmiştir (1470). Bu görevde iken, talebesi Molla Lütfi’yi, sarayın kütüphane müdürlüğüne tayin ettirir.

Babası Köprülü Mehmed Paşa’nın kurduğu ünlü kütüphaneye (hâlâ İstanbul Çemberlitaş semtindedir) Fazıl Ahmet Paşa da birçok değerli eser koymuştur. Bu nokta, 16. ve 17. yüzyıllarda bilime ve ilmî gelişmeye son derece duyarsız olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, çok önemli bir gelişme olarak görülmelidir.

Nevşehir’li İbrahim Paşa, doğum yeri olan Niğde’nin Nevşehir yöresine ve İstanbul’a medreseler, camiler, kütüphaneler gibi vakıf eserleri yaptırmıştır. Bunlardan başka, kayınpederi III. Sultan Ahmed de biri sarayda Enderunlulara (eğitimlilere), diğeri Valide Camii denilen Yeni Camii’de medrese talebeleriyle halka ait olmak üzere, iki kütüphane tesis etmiştir.

1.Mahmud, bilgiye, kitaba ve kütüphane kurulmasına önem veren bir padişahtı. Örneğin; 1740 yılında sarayın hazine odasında mevcut olup yararlanılmayan birçok değerli kitabı, Ayasofya Camii’nin içinde düzenletmiş olduğu kütüphaneye naklettirmiştir. Bu vesileyle devlet görevlilerinin kendisine hediye ettiği kitapları da buraya koydurtmuştu ki kütüphane mevcudu bu suretle dört bin cildi bulmakta idi. Bundan başka, sarayın Enderun bölümünün revan odasında bir kütüphane, Fatih Camii yanında bir kütüphane (1743), Belgrad’da bir kütüphane ve Galatasaray Ocağı’nda da vefatından önce bir kütüphane (1754) yaptırmıştı.

III. Selim, kendisinden önce 1773’te kurulan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’dan (Deniz Okulu) sonra, 1792 yılında Kumbarahane (zamanın bir tur havan topu) ile 1794 yılında Mühendishane-i Berri-i Hümayun’u (Topçu Okulu) kurdu.

Siz de katılır mısınız bilmem ama bana göre, bahsi geçen bu üç okulun kuruluşu, Osmanlı İmparatorluğu eğitim tarihinde devrim niteliğindeki gelişmelerin başlangıcını oluşturmuştur. Bu okulların kurulmasında, yabancı uzmanlardan geniş ölçüde faydalanıldı. Fransa, İsveç, İngiltere ve daha başka Avrupa ülkelerinden mühendis, deniz mühendisi, ustabaşı ve ustalar getirtildi. Padişahın da Fransa’ya özel ilgisi nedeniyle Topçu Okulu’nda Fransızca, mecburi yabancı dil olarak okutulmaya başlandı. Aynı okul için 400 ciltlik bir kütüphane kuruldu.

Kasım 1921’de Mustafa Kemal, yeni mekânı olan Çankaya Köşkü’ndeki kütüphanesine kapandı ve Fransız İhtilali’nin kitaplarını yeniden incelemeye başladı. Bir hafta boyunca Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi”nden okuduklarını, 1 Aralık günü Meclis’te anlatacak ve âdeta Fransız Devrimi’ni örnek alarak kendi devrimini hazırlayacaktı.

M.Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşıyla vatanı düşman istilâsından kurtarıp Cumhuriyeti kurduktan hemen sonra, Türk toplumunu her bakımdan Batı uygarlığı düzeyine çıkaracak olan devrimlerine, öncelikle eğitimden başlamıştı. Çünkü O, Batı uygarlığına ulaşmanın yolunun vatandaşların bilimsel eğitiminden geçmesi olduğuna inanıyordu.. Daha Cumhuriyet ilân edilmemişti. 24 Mart 1923 tarihli konuşmasında

“.. Bir millet bilim ordusuna sahip olmadıkça savaş alanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin devamı ancak eğitimli, kültürlü bir halkla gerçekleşebilir”, diyordu.

Prof. Dr. Gazi Yaşargil, ülkeye dönmelerinin önemli bir nedenini de şöyle açıklıyor:

“Arkansas Üniversitesi Little Rock Nöroşirürji Kliniği’nde eşimle 19 yıl çalıştık ve Prof. Ossama Al-Mefti’yle birlikte, çok işlevli bir mikronöroşirürji merkezi oluşturduk. Dianne ve Gazi Yaşargil isminde bir mikronöroşirürji laboratuvarı yapıldı. Üniversitede bir de Yaşargil müzesi ve kütüphanesi yapılması kararı alındı ve planlar hazırlatıldı.

“Böyle bir eğitim merkezinin Türkiye’de de bulunması ve mikronöroşirürjide yeni aşamalara erişen Prof. Dr. Uğur Türe ve Anestezi Uzmanı Doç. Dr. Hatice Türe’nin, bu birikimi gelecek nesillere aktarmaları isteğiyle İstanbul’a yerleştik.”

2008 yılında temeli atılan Konya Bilim Merkezi, toplamda 100 bin metrekare bir alan üzerine kuruldu. Sergi alanları, eğitim birimleri, konferans salonları, kütüphaneler, kitap satışı gibi alanları içeren bilim merkezi kapalı alanı ise, 25 bin metrekare büyüklüğünde. “Dünyamız” ve “Giriş Alanı” bölümlerinde, TÜBİTAK tarafından temin edilen toplam 40 sergi var.

Günümüzde ise Milli Kütüphane başta olmak üzere, hemen her ilimizde birden fazla kütüphane mevcuttur. Hatta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi Büyükşehirlerimizde onlarca kütüphanemiz bulunmaktadır. Bunlara ilaveten 200 ü aşkın Üniversitemizde ve Lise ve Ortaokul düzeyi okullarımızda da ha keza en az birer, ikişer kütüphane öğrencilerine hizmet vermektedir.

Çağımız yüksek düzeyli bilgi çağıdır. Yeterli ve kaliteli bilgi ile donatılmayan, okumayan toplumlar kesinlikle geri kalmaya, dolayısıyla fakirleşmeye mahkûmdur.

Değerli okurlarım; kütüphane demişken Mini Dijital Kütüphanemden bahsetmeden olmaz diye düşündüm. Burada, bana ait 3 kitapla birlikte toplam 15 civarında kitap bulunmaktadır. İlginizi çekeceğini umarım. Mutlu okumalar.

Not: www.halkkutuphanesi.com dan ücretsiz indirilebilir.