Sadece doktorlar mı, mühendisler, bilgisayar ve yazılımcılar başta olmak üzere diger mesleklerden de yurt dışına gidenler oluyor. Bu göçe, gidiş demek yerine ‘kaçış demek’ daha doğru olacak. Eğitimli, zeki ve donanımlı gençler neden gidiyorlar hiç düşündünüz mü?

Son yirmi yıldır ülkemizde, ‘imam hatip mezunu olmak’ furyası var. İşe girmek için, girdiğiniz işte yükselmek için, en birinci aranan özellik ‘imam hatip okullarından mezun olmak. Gençler de şunu düşünüyor, ‘çok iyi yabancı dil eğitimi veren okullar, donanımlı lise ve fakülteleri kazanarak, oralarda okuyup başarıyla mezun olduysak, bu bizim kabahatimiz olmamalı’. Hatta tam tersine, bizim için işe girişte avantajımız olmalıydı.’

Doktorlara mecburi hizmet var, dolayısıyla bir iş te var. Peki, ya digerleri? İlk binlik dilimden, yüksek puanla kazanıp okuduğun ve şerefle mezun olduğun üniversiteler, İstanbul Teknik, Orta Doğu, Boğaziçi, Koç, Bilkent, bunların hepsi de mi tu kaka.     -‘Sen daha da geriye bak dostum, imam hatipliysen ne ala, yoksa buralardan mezun olana devlette iş miş yok’.

Doktorların derdi biraz daha farklı. 2002 den beri ülkemizde ‘sağlıkta dönüşüm denilen Amerika’dan ithal bir sağlık projesi uygulanmakta. Özetle o projede deniyor ki, ‘ ülkelerin sağlık pastasını, parayı koyan ve hastanelere yatırım yapan sermaye kazanacak, siz doktorlar ve diger sağlıkçılar, oralarda işçi olacaksınız’.

Sağlık otoritesine olan önerileri, ‘doktorların egoları yüksektir önce onu azaltın’ şeklinde. ‘Sağlıkçılar, daha çok bireysel çalışmaya eyilimli olduklarından, onları bölün, parayla ve malpraktisle kötüleyin. Halk nazarındaki itibarlarını düşürün’. Bunu ben söylemiyorum. Sağlıkta dönüşümün mimarları olan Harvard’lı sağlık sosyologları, Berman, Paraiso gibi yabancılar söylüyorlar. Neticede doktorlar, eski bakan Akdağ başta olmak üzere, kötülene kötülene bu günlere geldik. Her gün TV ekranlarında, doktorlara ve diğer sağlıçılara olan saldırıları esefle izliyoruz. Otuz altı saat hiç uyumadan çalış, nöbet tut ve bir kaç dakika geciktiğin için, hastamıza bakılmıyor diyen magandalar tartafından saldırıya uğra, ortalığı kırıp döksünler, kıymetli cihazlara zarar versinler. Biz bunları hak etmedik arkadaşlar. Yıllar önce atılan kötülük tohumları gelişip yeşerdiler, şimdi onları bizim insanımıza biçtiriyorlar.

En ufak bir olumsuzlukta, hakkınızda yüklü malpraktis davaları açılsın. Meslek sigortasıymış, geçiniz efendim. Etrafınızda, down sendromlu doğacaklar için dava açmaya hazır olan hukukçular ordusu dolanıp duracak, gece gündüz uykusuz nöbetler geçireceksiniz, sizden, üç-beş dakikada bir muayene yapmanız istenecek ve siz de gönül rahatlığıyla görev yapacaksınız.

Sağlık Bakanlığı’nın, yurt dışına gidenlerle ilgili, veri ve istatistikleri varsa, açıklasalar iyi olur. Bu bilgileri, ‘Türk Tabipleri Birliği’nden edindim.

2018 de 802
2019 da 1047
2020 de 931
2021 de toplam 1405 hekim, “İyi Hal Belgesi” alarak yurt dışına gitmiş.

Tıpta bilgiler, üç-beş yılda bir yenilenir. Yerli olanlar da dahil olmak üzere, özellikle yabancı kitaplar ateş pahası, kongrelere katılmak çok pahalı, izin almak çok zor, yurt dışına kısa süreli de olsa yeni bilgiler öğrenmeye de gidemiyorsun. Yeni gelişmeleri, yeni chaz ve teknikleri bu çalışma düzeniyle, nasıl ve nereden öğreneceksin. Ayrıca, habire itilip kakılacaksın. Gençler geçim derdine düşmüşler, evlenmekten bile korkuyorlar. Zeki insanların bir başka özelliği de, ayni anda birkaç işi birden yapabilme kabiliyetlerinin olmasıdır. Beşinci, altıncı sınıf tıp fakültesi öğrencileri, TUS yerine başta almanca olmak üzere, harıl harıl yabancı dil çalışıyorlar, kurslara gidiyorlar.

Eğer ülkemizde, bilime azıcık değer verilseydi, Süleymaniye, Selimiye, hatta Ayasofya bile yıllardır sapasağlam ayakta dururken, daha birkaç yıl once yapılan binalar, köprüler, yollar çöküp yıkılmazdı. Ondokuzuncu asırdan kalma demir yollarında, hızlı tren sürülmez, yüzlerce masum insanımız kaybedilmezdi. İster beyaz önlüklü, ister beyaz yakalı olsun, kimine cübbeni çıkar, kimine monşer denilerek yıllardır eğitimli olanlar aşağılandılar. Bilim ve bilim insanları böyledir arkadaşlar, olayları izleyerek, değer verilmediği ülkelerden çekip giderler. Giderlerse gitsinler mantalitesinde olunca da, köprüler, otoyollar, camiler, saraylar ve devasa şehir hastanelerinin mermerleriyle övünebilirsiniz artık. Sağlık, eğitim, adalet, güvenlik, tarım, ekonomi, maliye, sırada ne kaldı.

Yurt dışına gidenlere üzülmemek elde değil. Ancak yapılacak bellidir. Kendi ülkende iş bulamaz, çalışırken de devamlı aşağılanır, çıkar yol da kalmayınca, bilgi ve kapasiten varsa, mesleğini bilime ve insana değer veren gelişmiş ülkelerde sürdürmek, ekmeğini dışarılarda aramak en mantıklı çözümdür. Akıllı, bilgili ve donanımlı gençlerimiz de bunu yapıyorlar. Dünya beşten büyüktür, çok doğru, ülkemiz de beşten büyüktür. Meslektaş ve aileleriniz olarak, gidiyorlar diye üzülsek de, sizlerle daima gurur duyuyoruz. Bayrağımızı oralarda da dalgalandırın. Yolunuz ve bahtınız açık olsun genç meslekdaşlarım.

Doris Day’in, 1956 Oscar ödüllü, “The man who knew too much” adlı filimde okuduğu, ‘youtube’ da hala defalarca izlenen, izledikçe hüzünlendiren, o çok bilinen şarkıda söyledikleri gibi:

When I was just a little girl

I asked my mother, what will I be?

Will I be pretty?

Will I be rich?

Here’s what she said to me;

Que será, será

Whatever will be, will be

The future’s not ours to see”

( Not merak eden arkadaşlarıma, filimde şarkının neden söylendiğini ve acıklı öyküyü araştırmalarını öneririm.)