Ben demiyorum bunları, Lütfü Sakarya yazıyor. ‘En sevdiğim ülke, Finlandiya’da yaşıyorum. Burada insanların yaşam standartları genel olarak oldukça iyi. Yoksul insanlara rastlamak çok zor. Alkol veya narkotik madde ya da kumar gibi bağımlılığı olmayan biri, kimseye muhtaç olmaz. Gerekirse devletten barınma ve geçinme desteği alır.

Buna rağmen, ne gıdalar ne de eşyalar mümkün olduğunca israf edilmez. Çok gerekli olmadıkça, bir şey satın alınmaz. Bir şeye ihtiyaç kalmamışsa, ya ihtiyaç duyabilecek birine verilir, ya da ikinci el mağazalarında ya da internetten satılır.

Mesela çocukları olan bir aile, ne kadar varlıklı da olsa ikinci elden kıyafet alır. Bir yıl sonra küçülenleri satar ve yeniden ikinci el kıyafet alır. Bazen bir şey almayacak olsa bile bit pazarında dolaşmaktan hoşlanır. Bu arada fincede ‘kirppu’ bit, ‘tori’ ise pazar demek. Aynı bizdeki gibi ‘bitpazarı’ dedikleri kirpputori’den giyinmek hiç gocunulacak bir şey değildir. Aksine sizin sınırsızca tüketim çılgınlığından imtina edecek entellektüel seviyede olduğunuzu ve alçak gönüllülüğünüzü ortaya koyar.

Burada gösterişli arabalar ve gösteriş düşkünlüğü yadırganır. Belki de soğuk iklim yüzünden gösterişli giyinen birine pek rastlamazsınız. İnsanlar iklime uygun ve rahat şeyler giyerler. Mesela yazın naylon terlikle gezen insanlar görürsünüz. Çünkü naylon terlikle plaja da gidersiniz, alışverişe de, tiyatroya da. Kolayca yıkanır, kolayca kurur. Kimse sizi yadırgamaz, ayıplamaz. Bir öğretmen de derse terlikle gelebilir. Hatta terlikleri de çıkarıp, hoşlanıyorsa yalınayak ders anlatabilir.

Ve artık terliklerini kullanmak istemiyorsa çöpe atmaz. 1 Euro’ya satabilir. O bir Euro’ya ihtiyacı olduğundan değil, terliğin ona ihtiyacı olan birini bulması için. Eğer bu terlik kullanılamayacak kadar eskimişse de, geri dönüşüme atar ki doğayı kirletmek yerine yeniden bir ihtiyacı karşılayabilecek bir şeye dönüşebilsin.

Matematik dünyası dergisinde okuduğum bir şeyi de paylaşıp bitireceğim. Bir okur soru köşesine, ‘neden matematikçiler hep eskimiş gömlekler giyerler’ diye bir soru göndermişti. Dergi editörü de, henüz bitmemiş bir gömleği neden atsınlar ki diye cevap vermişti. Kimin ne diyeceğine takılmayıp üzerinde yaşadığımız gezegene saygı duyarak yaşayalım.

Ne kadar az satın alıyorsak, o kadar olgunuz. Ne kadar az çöp atıyorsak, o kadar olgunuz. Emek verilerek üretilmiş her şey, değerlidir. Bir lira değer biçilse bile, o bir lira değerlidir. Saygılar ve sevgiler’.  (Facebook)

Yazıyı okudum, 239 yorum yapılmış, bin kişi de paylaşmış. Arkadaşlarımdan yazıyı görmemiş olanlar için tekrar yazdım. Siz de okuyup, buradan yorum yapabilirsiniz.

Bizde insanımız, satın almaya göre programlandırılmıştır. Ülkemiz televizyonlarında, habire lüks arabalar, lüks mallar ve pırlantaların reklamları yapılır durur? ‘Yahu, milletin ekmek alacak parası yok’ deseniz de, nafile. Bilmem ne diamond, her kadının hakkıymış. Nasıl haksa bu. Bir malın iki tipi varsa, millet gidip pahalı olanını seçer. Eskiden ülkemizde üretilen Renault 12 arabaların TL ve TS adlarıyla, iki modeli vardı ve çokları pahalı TS olanını almaya çalışırdı. Volkswagen’in iki modeli, Jetta ve Passat’ı var. Jetta gelmez oldu, zira ülkemizde az satılıyormuş!

Parası olsa da olmasa da, halk moda ve pahalı olan neyse ona yönlendiriliyor. Çoğumuzun elinde, fonksiyonlarının %70 kadarını kullanmadığı, son model telefonlardan var.

Yabancılar, ‘ülkenizde bol bol oto yollar, köprüler yapmalısınız’ diye önerilerde bulunurlar.  Sonrasında da, size çokça otomobil, kamyon, tır, yedek parça vs. satarlar. Onlar satmak için, siz de satın almak için çabalarsınız. O çok sevdiğiniz salon takımı için aldığınız krediyi, ödemek için, yıllarınızı harcarsınız.

‘Ayy, öyle bit pazarına gitmek de neymiş efendim’. Bu türden alışverişler, çoklarını bozar. Aslında, ikinci el mağazalarında, çamaşır, bulaşık makinası, kombi ve halıdan, dolaba, koltuktan sehpaya kadar her şey bulunuyor da, oralardan çoğunlukla öğrenci evleri için alışveriş yapılıyor. Hafta sonları, cumartesi günleri, küçük taşıma arabaları doldur boşalt, vızır vızır gelir giderler.  Vaktimiz oldukça, buraları ve sahafları gezeriz. Son günlerde dükkanlarda, çokça ikinci el lokanta malzemeleri bulunuyor. Tabak tencere sahan, vitrin dolapları, masa sandalye, elektrikli aletler, fırınlar, ne ararsanız bulursunuz. Lokantalar birer ikişer kapanınca, malları da,  ikinci el dükkanlarına düşüyor.

Bir zamanlar Ankara Numune Hastanesi’nin karşısındaki bit pazarında, kıyafet dükkanı olan, Selim bey vardı. Yaşıyorsa, Allah ona uzun ömür versin. Çankaya’da otururdu. Gide gele ahbap olmuştuk. Yabancı ve markalı, erkek takım, ceket, palto gibi ikinci el ve tapon giysiler satardı. Giyilmemiş ve ikinci el malları, Almanya ve Hollanda’dan çuvallarla aldıklarını, terzilerde astarını yenileyip, onarttırıp, temizleyici ve ütü olayından sonra, pırıl pırıl hale getirip sattıklarını anlatırdı.  – ‘Beyim, biz burada, doktorlar, üniversite hocaları, genel müdürler, müsteşarlar, hatta milletvekillerine bile takım elbise ve palto satıyoruz’ diye övünerek anlatırdı.

Bir zamanlar, devlet dairelerinde, şimdiki gibi öyle üç beş yerden fazladan maaş almak olayı yoktu.  Çok lükse merakımız olmazdı. Okullarımızda, her yıl yerli malı haftası kutlamalarımız olurdu. Yeni tür alışkanlıklar, bizde sonradan moda oldu. Vatandaşı çok uzun yıllardır, lüks yaşamaya alıştırdılar. Çoğumuz, üç yüz yetmez, beş yüz metrekarelik villalarda yaşamaya alıştırıldık. Şimdi, işsizlerin çoğuna, iş de yok, aş da. Elektrik, doğalgaz, otobüs ve metro dahil, her şey, hatta ekmek bile ateş pahası olmuş. Çaresiz küçüleceğiz de nereye kadar, Allah sonumuzu hayreylesin.

‘İnsanın başına bela gelmez, hak yazmadıkça. Hak bela yazmaz, kul azmadıkça’ derler.  Ayrıca ‘hazıra dağ dayanmaz’ da derler. Hazır da, bitti bitecek. Mirasyediler gibi, sata sata nereye kadar gideriz, orası pek belli değil. Üretmeden, katma değer yaratmadan, ihracat yapmadan, ülkemize döviz kazandırmadan, nerde var öyle, lüks içinde yaşamak. Ne kadar zengin olursanız olun, gün gelir, siz de herkes gibi kapkaççıların, tinercilerin, yankesicilerin de gezindiği güverteye çıkarsanız, aman dikkatli olun.

Fakirleşiyoruz, küçülüyoruz diye hepimiz çok üzülüyoruz. Ancak, yüzümüze tokat gibi çarpan acı gerçekler de böyle. İstesek de istemesek de küçülüyoruz, aşağılara düşüyoruz. Hatta neredeyse dibe vurmak üzereyiz. Bir vursak, oradan zıplayıp çakacağız. ‘Finlandiya ile ülkemizi karşılaştırmak elmayla armudu karşılaştırmak gibidir’ diyenleri duyar gibi oluyorum. Siz yine de, çekinmeden karşılaştırın ve görüşlerinizi, cesaretle yazın arkadaşlar.