Millet ve insanlık olarak, ülkemizde bir deprem felaketi yaşadık. Yüzyılın felaketi dediler. Şunu dediler bunu dediler. Evet yüzyıl öncesinde de, buna benzer bir felaketi yaşamıştık. Çanakkale’de düşmanı durdurmamıza rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar yenilince, bizi de yenik saydılar. Hem de sırtımız yere değmeden. Mondros ve sonrasında, Paris’te bir porselen fabrikasında içimizden üç kişi, o meşhur Sevr anlaşmasını hiç düşünmeden imzalayarak, koskoca ülkenin yenildiğini kabul edivermişlerdi. Daha sonra ülkenin dört bir köşesi düşman askerlerince işgal edilmiş, Dolmabahçe Sarayı’nın karşısına düşman zırhlıları demirlemişti.

Halk çaresiz kalarak olayları kabullenirken, aralarından bir Osmanlı paşası, Mustafa Kemal, şairin, ‘Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini’ sözlerini, ‘bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ biz bu Sevr’i kabul edemeyiz’ diyerek, arkadaşlarıyla birlikte Anadolu’ya geçmiş, Samsun’da milli mücadele ateşini yakmış, çok değil iki yıl içinde de, kendine güvenen paşalar, subaylar, askerler ve hepsinden öte, halkıyla birlikte, düşmanları ülkemizden kovmuş ve genç cumhuriyetimizi kurmuştu.

Aradan bir yüz yıl geçti. Bu kez felaket, düşmanlardan değil, toprağın kilometrelerce altından geldi. Felaketi yaşayan ülkemiz ve komşu Suriye değil, tüm dünya bundan etkilendi. Uçaklar, kamyonlar, TIR’lar, gemiler, yardım malzemeleriyle yola çıktı. Yabancı kurtarma ekipleri, modern cihazlarla donanımlı olarak, kurtarma köpekleriyle birlikte geldiler.

Genel ve yerel yönetimler, belediyeler, STK’lar harekete geçti. İçlerinden nice isimsiz kahramanlar çıktı. Adlarını tek tek saymayacağım. Ancak aralarında birileri var ki, onları kimse unutmayacak. Onlar Zonguldak Taşkömürü madencileri, Soma kömür madencileri ve her bölgeden, şehir ve kasabalardan gelen itfaiyeciler ve diğerleri. Onlar bizim isimsiz kahramanlarımız.

Milletimiz günlerdir, kurtarma çalışmalarını ekranlara kilitlenmiş durumda ve soluk almadan izliyor. ‘Domuz damı’ nedir, onlardan öğrendik. Yıkıntılar içinde ilerlerken önlerine, depremzedelere ulaşmalarına engel olacak bir beton duvar çıksa bile, yılmadan sağından solundan, arkasından bir başka yol ve galeri açarak, hatta bitişikteki başka bir binanın yıkıntısından geçerek, hiç durmadan saatlerce ilerliyorlar. Bebek, çocuk, genç yaşlı demeden ulaşabildiklerini çıkartıyorlar. Birileri boyunluk getiriyor, birileri damar yolunu açarak serum vermeye başlıyor. Siyasiler gibi sen ben demeden, hiçbir karşılık beklemeden, yıkıntılar içinde kah yatarak, kah sürünerek, kah ters dönerek ilerliyorlar. Madencilerin değişmez kuralı, ‘herhangi bir kaza olduğunda, madende hiç bir kimse, evet tek bir kimse kalsa bile içeride bırakılmazmış’. Biz bunu yeni öğrendik. Dile kolay, sekiz binden fazla insanımızı yıkıntıların içinden sağ salim çıkarmayı başarmış olan kahramanlardan bahsediyorum.

Çağrılan ambulanslar, hemen gelmişler, kapılar ardına kadar açılmış, ilk yardım uygulayıp depremzedeleri en yakındaki hastanelere ulaştırmak için bekliyorlar. Hastanelerde, doktor, hemşire ve diğer sağlık görevlileri, yurdun pek çok köşesinden koparak gelmişler. Günlerdir onlar da, aç ve uykusuz çalışıyorlar.

‘Büyük olaylar kahramanları, nerede ve hangi konumda olurlarsa olsun, bulup çıkartırmış’ derler. Yüzyıl öncesinde de, yıkılmış Osmanlı’nın külleri arasından, Mustafa Kemal Paşa ve onun arkasında, binlerce isimsiz kahramanı bulup çıkarmıştı.

Hiç kuşkunuz olmasın, şimdi de, afet bölgesinde, yıkıntıların içinde çalışan, binlerce isimsiz Mustafa Kemal’imiz var bizim. Onlar, başta maden işçilerimiz, onlar itfaiyeciler, AFAD, UMKE, AHBAP, JAK, AKUT, ve adını sayamadığım diğer tüm STK çalışanları.

Okullar, spor salonları, fabrikalar, kapalı otoparklar, depolar, hatta kiliseler bile depremzedelere tahsis edilirken, ortalıkta diyanet, tarikat, cemaat ve din görevlisini göremedik. Binlerce camimiz var bizim. Sağlam olan camilerimizi depremzedelerin barınması için açabilirlerdi. Vatandaş ibadetini, cami dışında, her yerde yapabilir. Milyarlarca hatta Milli eğitimden bile fazla bütçe geliri olan ‘Diyanet’ ve ‘Diyanet Vakfı’, depremzedelere daha fazla yardım eli uzatabilir. Depremde etkilenen illerimize, kasabalara, köylere, belki fazladan bir kaç çadır, konteyner, mobil tuvalet, ısınmak için tüp, elektrik için jeneratör alıp getirebilirdi. Acıkmışlara, yemek, sıcak çorba, hatta su ve kuru ekmek bile dağıtabilirlerdi. Yayın evlerinizden, cuma namazlarından sonra açılan sergilerden, cami tuvaletlerinden, açtığınız ticarethanelerden, hatta cami altındaki dükkanlardan bile gelir sağlıyorsunuz, Hep alıyor, vermeyi bilmiyor, İstanbul Borsası görevlileri gibi, ille de bir yerlerden emir gelmesini mi bekliyorsunuz? Kim bilir belki onlar, başka vakıf, dernek, tarikat ve cemaatler gibi, başından beri oradaydılar da, dikkat çekmedikleri için, biz mi görmedik.

Bu millet, bir süre geçtikten sonra, olan biteni ve yapılanları unutsa da, kahramanları asla unutmaz, unutmayacaktır. Kahramanların yeri, daima milletimizin kalbinde olacaktır.

'