Son haftalarda Türkiye'nin dört bir yanından yükselen alevler, sadece ormanlarımızı değil, ciğerlerimizi de yakıyor. Gözümüzün önünde yok olan yemyeşil alanlar, yanan ağaçlarla birlikte can veren hayvanlar ve evsiz kalan insanlar… Bu tablo, içimizi sızlatmaktan öte, geleceğimize dair derin endişeler uyandırıyor.
Her yaz mevsimiyle birlikte artan orman yangınları, ne yazık ki ülkemizin acı bir gerçeği haline geldi. Ancak bu yılki yangınların şiddeti ve yaygınlığı, alışık olduğumuzun çok ötesinde. Antalya'dan Muğla'ya, İzmir'den Çanakkale'ye, Adana'dan Mersin'e kadar birçok ilimiz alevlere teslim oldu. Kontrol altına alınması günlerce süren yangınlar, on binlerce hektar ormanlık alanı kül etti.
Peki, neden bu kadar çok yangın çıkıyor ve neden bu kadar hızlı yayılıyorlar? İklim değişikliğinin etkisiyle artan sıcaklıklar ve uzun süreli kuraklıklar, yangın riskini doruk noktasına çıkarıyor. Nem oranının düşmesi ve rüzgarın etkisiyle kuru otlar ve ağaçlar, küçük bir kıvılcımla bile devasa alevlere dönüşebiliyor. Maalesef, bu yangınların birçoğu da insan kaynaklı. Dikkatsizce atılan sigara izmaritleri, anız yakma, mangal keyfi ve hatta kasıtlı kundaklama… Her biri, geri dönüşü olmayan felaketlere yol açabiliyor.
Yangınların sadece ormanları yok etmekle kalmadığını unutmamalıyız. Yanan her ağaç, atmosfere salınan karbondioksit miktarını artırarak küresel ısınmayı tetikliyor. Yok olan ormanlar, sel ve heyelan riskini artırırken, biyolojik çeşitliliği de tehdit ediyor. Yüzlerce canlı türü, habitatlarını kaybediyor, nesilleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. En acısı da yangın bölgelerindeki vatandaşlarımızın canları ve malları tehlikeye giriyor, evleri ve birikimleri yok oluyor.
Bu felaketlerle mücadelede hepimize büyük görevler düşüyor. Devletimiz, yangınlara müdahale konusunda kapasitesini artırmalı, erken uyarı sistemlerini güçlendirmeli ve yangın söndürme ekiplerini modernize etmeli. Yangın riskinin yüksek olduğu bölgelerde ağaçlandırma çalışmaları yapılırken, yangına dayanıklı türler tercih edilmeli.
Ancak en önemlisi, bireysel sorumluluğumuz. Küçük bir dikkatsizliğin nelere mal olabileceğini asla unutmamalıyız. Ormanlık alanlarda ateş yakmaktan kaçınmalı, cam şişe gibi mercek etkisi yaratabilecek çöpleri doğaya bırakmamalı, anız yakmaktan kesinlikle uzak durmalıyız. Piknik yaparken közleri tamamen söndürdüğümüzden emin olmalıyız. Her birimiz, ormanlarımızı korumak için üzerimize düşeni yaparsak, bu felaketlerin önüne geçebiliriz.
Ciğerlerimiz yandığında, sadece ağaçlar değil, geleceğimiz de yanıyor. Bu yangınlar, bize doğayla barışık yaşamanın, onu korumanın ne kadar elzem olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için, şimdi harekete geçme zamanı. Yoksa, yanan ormanlarımızın dumanı, yarınlarımızı da karartacak.