Beyaz yakalı-mavi yakalı, nitelikli-niteliksiz, öğrenci-akademisyen, Asya’lı-Afrika’lı, Doğu Avrupa’lı, herkes o ülkeye gitmek istiyor. Arzulanan, Alman kültürü mü, adaleti ve güvenliği mi, Alman ekonomisi ve istikrarı mı, Almancanın kolay öğrenilen bir dil olması mı, var olan zenginliğin ve sosyal gruplara olan adaletli bölüştürülmesi mi, liyakat ve çok çalışmanın hakkaniyetli bir karşılığının olduğunu bilmek mi, sosyal politikalar kadar, serbest piyasa ekonomisinin dayandığı fırsatlara güvenmek mi, yoksa hepsi mi.

Alman ekonomisinin sırrı nedir?

 Wirtschaftsswunder, yani Alman ekonomik mucizesi. Bu terim ilk defa 1950 de The Times dergisi tarafından kullnılmıştır. Bu mucizede iki önemli kişi ortaya çıkıyor:

Birincisi, Walter Eucken, (Nobel edebiyat ödülü kazanmış olan bir babanın oğlu) Bonn Üniversitesi ekonomi bölümü mezun olmuş daha sonra Freiburg üniversitesinde ‘Freiburg Urdoliberalizm ekolü’ adı verilen, ekonomik bir sistemi geliştirip önermiştir. Eucken’in ana hedefi: serbest piyasanın mümkün olduğunca en çok vatandaşa, mümkün olan en fazla faydayı sağlaması olmuştur. Serbest piyasaya karşı olmamıştır. Ancak şanslı doğanların, birkaç nesilde hanedansı bir zenginliğe ulaştığı, eşit rekabet koşulları sunulsa bile, bu şans faktörü yüzünden, serbest piyasada çok zor farklara neden olduğunu, bir süre sonra, sermaye birkiminin giderek daha az sayıda insanın elinde toplandığına kanaat getirmiştir.

Karteller ve monopollerin oluşmaması için güçlü düzenlemeler olması şarttır. Buna ilave olarak, yaşamlarında zorluk çekenleri ve ekonomik olara daha aşağıya düşenlerin düşmelerini önleyecek emniyet ağlarının kurulması şarttır demiştir.

Dünyaya gelen her çocuğa ailelerin varlığı ne olursa olsun, kendisini geliştirmek ve sağlıklı olmak olanakları sağlanmalıdır. Bu nedenle ülkelerin çok güçlü bir ‘Merkez Bankalarının olması gereklidir. Merkez bankalarının mali politikalarının hükümetlerin politikalarının dışında olması gerekliydi.

O yıllarda Eucken’in bu fikirleri, son derece radikal fikirlerdi.

İkinci dünya savaşı sonrasında müttefikler Almanya’nın ekonomik kalkınması için bir yol bulmak zorundaydılar. ABD nin de destekleriyle Eucken’in öğrencileinden olan Ludwig Erhard, Konrad Adenauer hükümetinde ekonomi bakanlığına getirildi.     Ekonomik kalkınmanın 2. Kişisi olan Ludwig Erhard, Eucken’in fikirlerini uygulamaya başladı.

Bu kalkınma modeli neden bir mucizeydi?

Elli yılda iki dünya savaşını kaybetmiş, yoğun bombardumanlarla, şehirleri, fabrikaları, alt yapısı dümdüz olmuş, önemli sanayilerin merkezi olan Dresden şehri tamamen yok edilmiş, Köln nüfusu, 750.000 den sadece 32.000 e düşmüş, 18-35 yaş arası erkeklerin çoğu ölmüş, pek çoğu sakat kalmış, para birimi olan Reichs markının değeri kağıt parçası haline gelmiş, hayatta kalnların psikolojisi bozulmuş, ahlaki çöküntü var ve hepsinden öte, ağır savaş tazminatlarına mahkum olmuş bir ülkedir, Almanya. Nasıl oluyor da otuz yıl içinde dünyanın üçüncü büyük ekonomisi haline geliyor?

 Hızlı kalkınmanın başlıca nedenleri:

  • Kendi çalışkanlıkları ve azimleri

  • ABD nin Marshall yardımı

  • Uzun sure askeri harcama yapmamaları, ve ordu beslememeleri

  • Avrupa ekonomik topluluğunun getirdiği avantajlar


Aslında bu özellikler savaş sonrası diger ülkeler için de geçerliydi. Ancak burada önemli olan Almanların böyle bir mucize ve kalkınmayı bir kaç kez gerçekleştirebilmiş olmalarıdır. İşin esası, Almanların zafer ya da yenilgi, ferk etmeksizin kendileri ve toplumlarını yeni oluşmuş olan konuma kolayca adapte edebilme becerilerinde gizli. Yüz yıldan kısa bir sürede Almanlar, kendilerini birbirinden farklı altı değişik sistemde yeniden organize etti:

  • Hohenzoller hanedanı içerisinde Prusya Krallığı ve

  • Alman İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sonrası yıkıldı.

  • Yerine 1918 de Weimar Cumhuriyeti kuruldu.

  • 1933 de Hitler’in iktidara gelmesiyle tamamen farklı bir devlet yapısı oluştu.

  • 1949 savaş sonrasında, Federal Almanya ve Almanya Demokratik Cumhuriyeti olarak ikiye ayrıldı. İki ayrı ekonomik sistemle yeniden organize oldular.

  • 1999 da iki Almanya birleşti ve adı, Almanya (Federal Almanya Cumhuriyeti) oldu.


Bu adaptasyon nasıl oldu. En önemli faktör, daima kaliteli genç Alman nesillerinin olmasında saklıydı. Eğitimin, her durumda birinci öncelik olarak görülmesi ve kaliteli eğitime herkesin erişebilmesinin sağlanmasıydı. Alman ulusal gücü, birinci dünya savaşında, Japonya, Fransa ve Rusya’yı çoktan geçmişti. 1913 te Almanya nüfusu 66 milyon, Rusya ise 170 milyondu. Ancak Almanya Ruslardan nitelik olarak çok daha güçlüydü. 1913 te, askere alınan 1000 italyanın 330 unun okuması yazması yoktu. Bu oran Macaristan’da 220, Fransa’da 68, Almanya’da ise binde birdi. Ordu dışında da, fabrikaların ve işletmelerin, teknik eleman, kimyager ve mühendislere ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacı karşılayacak kapasite Almanlarda vardı. Alman eğitim sisteminde, politeknik enstitüleri ve üniversiteler, çok köklü ve uzun bir geçmişe sahiptirler. Bu sistem, en önemli cevher olan, insan beynini işleyip, paha biçilmez mücevherler yetiştiren bir sistemdir. İnsan beyninden daha değerli hiç bir gücün olmadığını Almanlar diger milletlerden çok önce keşfetmişlerdir.

Eğitimli aileler ve çiftçiler, daha modern teknikleri uygulayarak digerlerinden daha ucuz ve çok daha fazla ürün elde ettiler. Bu sayede fiyatlar düştü ve daha büyük bir nüfusun beslenmesi mümkün oldu. Iyi beslenmiş ve daha fazla nüfus, daha hızlı sanayileşmeyi beraberinde getirdi. 1890 da Almanlar yılda 89 milyon ton kömür üretirken, bu rakam 1914 te yılda 277 milyon tona çıkmıştır. Ayni yıllarda Fransa 40 milyon ton, Rusya 36 milyon ton üretiyordu. Onlar sadece kömürleri olmadığı için değil, gerekli düzenlemeleri yapamadıkları için daha az üretiyorlardı. Sadece İngiltere, Almanya’dan biraz fazla üretiyordu. Ancak İngilizler, daha fazla katma değer gerektiren ve üretimi daha zor olan çelik üretiminde, Almanya’nın gerisindeydi.

1914 te yıllık 18 milyon ton çelik üretimiyle, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın toplam üretiminden fazlasını üretiyorlardı. Kömür ve çelik, sanayi devriminin en önemli unsurlarıydı. Ulusların gücü, üretimleriyle ölçülüyorlardı.

Gelişmişlikte öncelikler sıralaması : 

  • Eğitim,

  • Tarım,

  • Beslenme,

  • Nüfus,

  • İş gücü,

  • Sanayi,

  • Teknoloji,

  • Askeri güç


Orduların kurduğu ülkelerle, ülkelerin kurduğu ordular arasındak fark budur. Ordu milletlerinde öncelik en sondan başlayıp, eğitim en sona bırakılır. Ordu siyesete etkili olduğunda, eğitimin, şekil, nitelik ve içeriğine de karışabiliyor. Bu düzende eğitim, hiç bir zaman özgür ve sorgulayıcı bir eğitim olamadığından yeniden dizayn ediliyor. Bir ulusun gücü, sadece silahlı kuvvetlerinin gücüyle ölçülmez.

Ekonomik ve teknolojisiyle, dış politikadaki ustalığıyla, uzak görüşlülüğüyle, kararlılığıyla, toplum ve politik teşkilatlanmalarıyla da ölçülür. En çok da bizzat o ülkenin halkının kendisiyle ölçülür.

Halkın, beceri ve enerjisi, hırs ve disiplini, insiyatifi, inançlar, mitler ve hayallerinden ve tüm bu etkenlerin birbirleriyle olan iletişim ve bağlantıları, ülkelerin güçlerini oluşturur. Güç, ekonomide, teknolojide, kaynaklarda ve dış politikadaki ustalığından, uzak görüşlülükleri, kararlılık ve toplumsal ve politik teşkilatlanması da önemlidir. En önemlisi de o ülkenin halkının kendisinden gelir.

Sorgulama ve eleştirmeye açık olan toplum yapısı, gerektiğinde kiliseyi de sorgulayıp, meydan okuyan protestan ahlakını ortaya çıkaran Martin Luther ve matbaayı icat eden Gutenberg’in birer Alman oluşları asla tesadüf değildir.

Buzdolabı, çamaşır makinası, TV, ilk tam otomatik bilgisayar, ilk uzay roketi, modern telekomünikasyon, nükleerfüzyon, görecelilik teorisi, kuvantum, dünyayı değiştiren mucitlerin, düşünürlerin, sanatçılarınve eserlerinin listesi çok uzun.

Kadının Alman toplumundaki yeri. Kadınların çalışması ve katılımı demek, çalışacak, üretecek ve yeni fikirler bulacak nüfusun iki katına çıkması demektir. Almanya’da, kadınlar da erkekler kadar iş hayatının hep içinde olmuşlardır. Böylece Almanya’da savaşlar sonunda üretenler iki katına çıkmıştır. İkinci dünya savaşından sonra yıkılan binaları ve molozların neredeyse tamamını kaldırmış, binaları ve alt yapıları kadınlar inşa etmiştir. Bu kadınlara ‘trümerfrauen’ ‘molozların kadınları’, yıkıntıların kadınları denilmiş. Doğrusu hayatın her alanında kadınlar erkeklerle beraber çalışmıştır. Savaştan sonra da bir kenara çekilmeyip erkeklerle birlikte çalışmaya devam etmişlerdir.

1920 lerde Almanya’da hiperenflasyon oldu. Savaşa giren ülkeler, savaşı finance edebilmek için, ya borç alırlar, ya da para basarlar. Dünya savaşları sonrasında darphaneler bol para basmışlardır. Almanya savaş sırasında halkın altın almasını yasakladı. Mark dört katına çıktı. Halk para harcamadı, yastık altında tutu. Savaş bitince fiyatlar uçtu gitti. 1918 de 1 ons altın 100 mark iken, 1919 da 2000 marka çıktı. Ayrıca galip devletler, savaş tazminatı tale petti. Ekmek bile milyar mark oldu. Çalışanlara yevmiyeleri, hiperenflasyondan az etkilenmeleri için, günde iki defa ödenmeye başlandı. Paralar sayılamaz hale geldi ve tartılır oldu. Marktan 12 sıfır birden silindi. Sıkıntılar 1933 e kadar sürdü ve sonunda Adolf Hitler iktidara geldi. 1929 da ABD de başlayan buhran Almanya’ya sıçrayınca, inanlar tek çıkış yolunun sosyalizm olduğunu düşünmeye başladı. Hitler bunu milliyetçilikle birleştirerek, nasyonal sosyalizm olarak halka sundu.

Neden yahudiler hedef alındı?

 Elmas, altın, gümüş gibi değerli metallerin ticareti yahudilerin elindeydi. Once altın standardının yahudilerce belirlendiği öne sürülerek, Almanya’da kaldırıldı ve bu şekilde ikinci dünya savaşı altına gerek duyulmadan yapıldı. Çünkü finansman için gerken para, yahudilerden gasp edilerek alındı. Ari ırk kılıfı altında yahudilerden devlete varlık transferi yapıldı. Tüm güç sanayiye kaydırıldı. 1938 deki devlet harcamalarının % 52 si silah sanayisine yapıldı. Alman markaları müthiş bir atak yaptı. Siemens, Bayer, Krupp, Mercedes gibi firmaların yüzbinlerce çalışanı oldu. Elektrik, boya, kimya, ve motor sanayilerinde dünya lideri olan Almanya, arayı iyice açtı. Bütün bunlar, eğitimli nüfus sayesinde oldu. Yer altında, maden, petrol gibi kaynakları yoktu. Demir, bakır, nikel, petrol ve kavuçuk ithal ediliyordu. Dövizler de tükenmişti. 1938 de dünya altın rezervlerinin, % 54 ü ABD de, İngiltere % 11, Fransa % 11, Almanya’da ise sadece yüzde biri kadardı. Analayacağınız Almanya çok da zengin değildi. Hitlerin stratejisi, ülkeleri işgal edip, zenginleşmekti.

İkinci dünya savaşını kaybeden Almanya, yeniden ekonomik krize büründü. Ludwig Erhard, daha Hitler iktidarda iken cesur bir makale yazdı. Çalışması ABD de duyulunca beğenildi. Amerikalılar onunla irtibata geçerek, once Bavyera, daha sonra da Konrad Adenauer hükümetinde ekonomi bakanı olmasını sağladılar. Bu şekilde Erhard, Eucken’in öğretileri ile, Almanya’nın yeni ekonomisini formüle etti. Önce müttefiklerce de kabul görecek, yeni bir para birimi yarattı. ‘Reichmark’ı tedavilden kaldırdı. Onun yerine ‘Deutschmark’ bastırıldı. Paranın tedavüle girdiği gün, tüm fiyat kontrollarını kaldırdı. Böylece bir günde serbest piyasa ekonomisine geçildi. Onu, bakan pozisyonuna getiren Amerikalı general, Lucius Clay, Erhard’a ‘sen ne yapıyorsun, tüm danışmanlarım bana, hata yaptığını söyledi’ dedi. Erhard generale, daha sonra çok meşhur olacak şu cevabı Verdi: ‘dinlemeyin onları, çünkü benim danışmanlarım da aynisini söylüyor’.

Erhard yanılmamıştı. Batı Almanya’da dükkanlar mallarla doldu. Insanlar, yeni paranın değerli olduğunu görünce, karaborsa bir haftada son buldu. Hemen sonrasında vergiler, büyük oranda düşürüldü. Yerli ve yabancı yatırımcılar, hangi sektöre yatırım yapacağının şaşırdı. Bu arada en fazla vergi indirimleri, % 70 oranında, orta gelirliler için yapıldı. Hayat ucuzladı, tüketim arttı. Insanlar, bir işe girip çalışmak için yeniden motive oldu. Sanayi ve pazarlar yeterince canlandı. Tüm olanlar, bir ay içinde oldu, Almanya bir ayda, adeta kanatlandı. Sadece 10 yıl sonra 1958 de sanayi üretimi dört katına çıkmıştı.

Kademe kademe gelmesi beklenilen Marshall yardımının etkisi sanıldığı kadar büyük olmadı. Gelen yardım Almanya ekonomisinin sadece % 5 ini oluşturuyordu.

ABD nin Alman ekonomisine olan en büyük katkısı, Almanya’daki Amerikan askerleriydi. Bu sayede, hem ülke onlarca yıl düşmanlardan korundu, hem de Amerikan hükümetinin askerlere ödediği maaşlar, Almanya’da harcandı. Zamanla refah seviyesi yükseldikçe, vergilerde yavaş yavaş arttırıldı ve Eucken’in kurguladığı regülasyonlar devreye sokuldu.

1989 da Berlin Duvarı yıkıldığında, Batı Almanya dünyanın üçüncü büyük ekonomisiydi. Doğu Almanya ise yoksulluk ve sefaletten kırılıyordu. Yıllarca ayni halk üzerinde iki farklı system denenmişti. Doğu Almanlar, teller, duvarları yıkarak batıya göç ettiler. İki toplumun refahının dengelenebilmesi için, vergilerin yükseltilmesi kaçınılmaz oldu. Ülkedeki, serbest piyasa ekonomisi uygulamalarıyla sosyal refah ta giderek yükseldi. Ülkede refah arttıkça, bu daha çok insanı kendine çekmeye başladı. Bugün Almanya, dünyanın en yüksek vergi oranlarından birine sahip bir ülke. Bubun yanında, en geniş sosyal politikalara da sahip. Gelişmişlik ve mutluluk indeksi en yüksek olan ülkelerden. Eğitim, sağlık, alt ve üst yapı hizmetleri önemli ölçüde ücretsiz. Yoksulluk, hastalık, işsizlik ve evsizlikte ciddi sosyal yardım, program ve destekler mevcut.

Bu sistem, her ülke için en iyi sistem olmayabilir. Her ülkenin toplumsal dinamikleri, kültürü menfaat ve tercihleri ve yapısı farklıdır. Bu system Almanlar için iyi bir system olmuştur. Ancak farklı ülkelerde de ayni sonuçların elde edileceği garanti değil. Ancak başarıya ulaşmış olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Sertaç Aktan’dan derlenmiştir.