Konuya girmeden önce, önemli olarak nitelendirdiğim şu duygumu kıymetli okurum ile paylaşmak isterim.

Türklerin tarihsel geçmişine bir göz atacak olursak, Orta Asya’daki Oğuz Türklerinden tutun, Selçuklusuna, Osmanlısına ve nihayet son devletimiz olan Türkiye Cumhuriyetine kadarki uzun süreçte dikkati en çok çeken şey, bu kadim ırkın adeta genlerine kazınmış olan “savaşçı” ruhunun ön plana çıkmasıdır.

Yalnız “savaşçı” olarak nitelendirdiğimiz kavramı biraz açmakta yarar vardır. Yani bu kavram ilkesel açıdan iki şekilde açıklanabilir.

İlk’i: Saldırgan tipi savaşçılıktır. Buna en güzel örneklerden birisi; 1519 yılında Meksika kıyılarına emrindeki savaş gemileriyle çıkan İspanyol Amiral’i Cortes’dir. Emrinde bulunan donanımlı İspanyol denizcileri, Meksika’nın yerlisi Aztek’leri, ellerindeki altınlara sahip olmak adına adeta linç etmişler ve katliama varan bir yok ediş sahnelemişlerdir. Bundan başka saldırgan tipi savaşçı olarak Napolyon’u, Hitler ve Mussolini’yi örnek verebiliriz.Günümüzde ise başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gibi emperyalist güçlerin uçak gemileriyle, uzun menzilli nüleer füzeleriyle, dünya denizlerinde oluşturdukları baskılayıcı silahlı güçleriyle bu konuda ideal örnekler olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz kanısındayım.

İkinci: Bu guruba giren “savaşçı” kavramı ise, ülkesini dış düşman saldırılarına karşı koruma anlamını taşır ki, işte buna en güzel örneklerden birisi “Türklerdir”. Konu vatan savunması olduğunda bu milletin gözü hiçbir şeyi görmez. Erkeğiyle, kadınıyla, bacısıyla canını hiçe sayarak kendisine verilen göreve adeta uçar gibi gider.

Şimdi siz değerli okuruma, biz Türklerin adeta genlerine işlemiş, “vatan savunmasına” nasıl katkıda bulunulur. Şimdi onun trajik hikayesini anlatacağım.

Kucağında henüz 9 aylık bebeğiyle İnebolu’dan aldığı cephaneyi istiklal yolundan kağnılarla Kastamonu’ya taşırken yolda donarak şehit düşen Şerife Bacı’mız, ulusal kurtuluş savaşı mücadelemizin sembol isimlerinden birisi olmuştur.

Olay şöyle gelişir:

Yıl 1921 aylardan karlı bir Şubat’tır. Kendilerine verilen görev üzerine yaşlılar ve kadınlar, İnebolu'dan aldıkları cephaneyi cepheye ulaştırmak için kağnılarla yola çıkarlar.

Öküzlerin çektiği, gıcırtılı kağnı sesleri arasında çocuğu, kadını, yaşlısı, buz kesen havada Küre Dağlarını aşmak için var gücüyle yollarına devam ederler.

Kağnılardan birinin başında ise 20'li yaşlarında bulunan Şerife Bacı vardır. Bu toprakları düşmanlarına karşı korumak için daha dokuz aylık, kundaktaki minicik yavrusuyla yollara koyulan Şerife Bacı, çocuğu üşümesin diye kağnının içerisine, silahlar arasına otlardan bir döşek yapar. Üzerindeki kazağı da çıkartıp silah ve çocuğunun üzerine örter.

Örter de sonra ne olur? Genç ve kuvvetli de olsa, zorlu kış şartlarına dayanamayan Kahraman Şerife Bacı, Kastamonu Kışlası yakınlarında silahların üzerine yatmış şekilde donarak hayatını kaybeder. Küçük kızı ise kurtarılır.

Bu silah ve cephane Kastamonu’dan Ankara’ya oradan da, istilacı Yunan Ordusu ile savaşacak olan Sakarya dolaylarına konuşlanmış olan Türk Ordusuna ulaştırılır.

Polatlı civarında meydana gelen, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde geceli gündüzlü 22 gün süren Sakarya Meydan Savaşları kazanılmış ve düşman Sakarya nehrinin batısına atılmıştır.

İşte bu savaşın kazanılmasında, adına Kastamonu’nun Seydiler İlçesinde anıt dikilen, Kahraman İstiklal Şehidimiz Şerife Bacı’nın katkısı büyüktür.

Allah rahmet eylesin, Işıklar içinde uyusun.