Daha önce çoğumuz “nefret dili” kavramını belki defalarca duymuşuzdur. Daha iyi anlaşılması için birkaç örnek vermeliyim: Bir takım nedenler ileri sürerek, inançlar veya ırklar, ülkeler veya şehirler üzerine, erkekler veya kadınlar hakkında veya çok farklı konularda nefret dilini içeren türlü laflar sarf edebiliriz. Bu tarz söylemler toplum tarafından asla kabul görmez. Hatta hukuk açısından da cezayı gerektiren bir suç teşkil edebilir.

Şimdi bu konuyu neden açtığım sorusuna verilecek olan cevabın anlaşılabilir ve anlamlı olması için önce size içinde bulunduğumuz 21.yüzyılda yaşanan birkaç çarpıcı olaydan bahsetmem gerekiyor. Şöyle ki:

Dünyamızın son 50 yılda yaşadığı “İklim Değişikliği”nin meydana getirdiği susuzluk ve kuraklık, Afrika ve Asya ülkelerinde kıtlığa ve açlığa neden oldu. Bu nedenle milyonlarca insan yerini, yurdunu, ailesini ve sevdiklerini gözyaşları içinde geride bırakarak, karın tokluğu uğruna daha yaşanabilir ülkelere ulaşabilme hayaliyle, ya Ege ve Akdeniz’in azgın sularında boğuldu ya da TIR kasalarında kaçak seyahat ederken havasız kalarak can verdi. Televizyon ekranlarında bu bahtsız insanların ölüm haberlerini içimiz yanarak, gözümüz yaşlı izlediğimiz günler hala hafızalarımızda yerini koruyor.

Bundan 12 yıl önce başlayan Arap Baharı kalkışmasıyla ardı ardına meydana gelen ve birbirini tetikleyen savaşlar nedeniyle; neredeyse Kuzey Afrika ve Orta Doğu kan gölüne döndü. Suriye ve Yemen’’deki savaşlar hızını kaybetmiş olsa da hala devam ediyor.

Bu felaketlerin üzerine, mikroskoplarda dahi görülemeyecek kadar, çok küçük bir virüs olan COVIT-19’a, adı üzerinde 2019 yılı sonlarına doğru Çin’de bir rastlandı. O gün, bugündür PANDEMİ halini alan, yani tüm dünyaya yayılan bu minik canavarlar ordusu insanoğluna etmediğini bırakmadı. Nice canlarımızı, nice dostlarımızı toprağa verdik ama nasıl? Cenaze merasimine katılmasına izin verilen ağzı, burnu maske ile kapalı, sadece üç beş kişi ile adeta “vebalı” gibi korkup birbirinden uzakta saf tutarak… Çünkü bu virüs bulaştığı insanı günler içinde öldürüyordu yani işin hiç şakası yoktu. Neyse ki etkisi bugünlerde yavaşlama eğilimi göstermeye başladı.

Evet, yukarıdaki örneklerden sonra, şimdi gelelim asıl konumuza, yani, “nefret diline”. Bilindiği gibi, Ocak, Şubat aylarını geride bırakarak Mart ayına ulaştığımız 2022 yılı, ne yazık ki üzerinde yaşadığımız Mavi Gezegeniz, yani dünyamız açısından pek de parlak geçmiyor. Nedeni malum; “Rusya-Ukrayna savaşı”. Savaşın gidişatı konusunda bugüne kadar 5-6 adet köşe yazım “POLATLI POSTASI”nda yayımlanmıştı. Bu yazıda beni çok etkileyen, savaşın “sosyolojik” boyutuna değinmek istiyorum.

Ama önce size bir anımdan bahsedeyim. 2008 yılında eşimle beraber katıldığımız Rusya’ya turu programında dünyaca ünlü Moskova Metro’su da vardı. Metroya binip, her biri adeta muhteşem bir müze görünümünde olan duraklarda inip, kolonları, duvarlara yapılan sanat eseri niteliğindeki resimleri, heykelleri hayranlıkla seyrediyorduk. İşte bu istasyonlardan birine, Ukrayna’nın başkenti “Kiev”in adı verilmişti.

Nasıl Türkiye için Azerbaycan, KKTC ayrılmaz bir parçaysa, Ruslar için de Ukrayna ve başkenti Kiev aynıydı. Bunu Moskova Metrosunda görmüştük.

İşte bu nedenle Ukraynalılar aynı ırktan gelen, büyük ağabey olarak nitelendirdiği Rusların, ülkelerine saldırarak, işgal etmesini asla kabullenmeyecektir.

Dünyaca ünlü Moskova Metrosunun duraklarından biri,

belki de adı Kiev’dir?

Bundan birkaç gün önce, Ukrayna’nın Mariupol kentinde bulunan bir Çocuk ve Doğum Hastanesinin Rus Askeri Güçleri tarafından vurulduğu ve 17 kişinin yaralandığı haberi bizzat Başkan Zelenskiy tarafından duyuruldu. Şimdi bir an için “empati” yapalım derim. Kucağımızda henüz dünyaya yeni gelmiş yavrumuzla birlikte, yaralı olarak, çığlık, çığlığa bağırıp, ağlayarak hastanenin dışına doğru koştuğumuzu varsayalım. Bu acı, bu travma kolay atlatılabilir mi? Bence “çok zor”.

Verdiğim bu örnekten yola çıkarak diyorum ki; yaralı annesinin kucağındaki bu çocuk şayet yaşar da büyürse, onun çocukları, torunları ve torun çocukları belki 100 yıl boyunca Rusların, daha doğrusu Rusya’yı Otokrasi ile yöneten Başkan Putin’in, güzel ülkeleri Ukrayna’yı her ne sebep olursa olsun istila etmesini, yakıp yıkmasını asla unutmayacak, akıllarına düştükçe her zaman “nefret dili” ile anacaktır.

Buna bir de dünyanın geri kalanının nefretini ekleyin. İşte şimdi bu manevi azap yükünü bir Rus vatandaşının nasıl taşıyacağını gerçekten çok merak ediyorum.

'