Aklıma çocukluğumuzun renkli bayramları geldi. Günümüzdeki bayramlarla kıyasladığınızda, neden “renkli” dediğime umarım anlatacaklarımdan sonra siz de hak vereceksiniz.

Bayramın yaklaşmasıyla sadece bizi değil mahalledeki kız, erkek tüm çocukları da tarifsiz bir heyecan dalgası kaplardı. Arife günü veya ondan bir gün öncesinde genellikle annem Karagümrük çarşısına çıkıp bizler için (ucuzundan) yeni giysiler, ayakkabılar ve hediyelikler alırdı. Bayram gecesi heyecan doruğa çıkar, çoğumuzu uyku tutmazdı. Hatta yeni ayakkabılarımız başucunda sabahı sabah ederdik. Bayram, sabah radyodan dinlediğimiz kıvrak oyun havaları ile kendini iyice belli ederdi. Bu şarkılar ve türkülerle tarifsiz bir heyecan dalgası insanın içini kaplardı.

İşte, ben ve kardeşlerim için böyle başlamıştı 1955 yılının bir bayram sabahı. Yeni elbiselerimizi giyindik ve sırasıyla anne ve babamızın sonra koşup dedemiz ve anneannemizin varsa diğer hısım akrabanın ellerini öperek ilk bayram hediyelerimizi alırdık. Fakat bizi ne yalan söyleyeyim paradan gayrısı kesmiyordu. Bütün çocukların tek beklentisi ille de “bayram parası” idi. Nedenini şimdi anlayacaksınız!

Babam elini öptüğümde bana çil, çil 4 adet kâğıt 5 Türk Lirası vermişti ve ardından da demişti ki;

“Oğlum erkek adamın cebinde para olur, bu verdiklerimi sakın harcama, olur mu? Ben, “tamam baba, harcamam” dedim ama dediğime açıkçası ben de inanmadım. İçimden “olur mu öyle şey canım! Salıncaklara gazoz kapağı ile mi bindirecekler!” diye doğru bildiğim cevabı geçirmiştim.

Şimdi biraz da günümüzde benzeri az bulunan “bayram yeri” hakkında bilgi vereyim... Bizim bayram yerimiz, şimdiki Karagümrük İlkokulunun (yeni mektep) hemen önündeki parkın bulunduğu yerdeydi. Orası o yıllarda büyükçe bir arsaydı. Güney kesiminde sırayla her tarafı, üzeri reklamlarla dolu kalın branda ile kaplı kulübeler vardı. İçlerinde çeşit, çeşit, “Hacivat Karagöz, Kuklalar, İbiş’li Orta oyunu, Şahmeran Yılanbaşlı Kız”, gibi eğlenceli gösteriler yapılırdı. Her birinin kapısında, elinde çıngırak bulunan hokkabazlar gibi rengârenk kıyafetler giymiş, seansın başlamakta olduğunu bağırarak anons eden görevliler bulunurdu.

Arzu eden çocuklar küçük ücretler ödeyerek gösterileri kahkahalarla izlerdi. Meydanda ise kayık salıncaklar, çeşitli hayvan figürleri ile donanmış bir dönme dolap vardı. Bir de meydanın bir ucundaki tahta iskeleye çıkılıp, diğer ucuna kadar alçalarak gerili çelik halat üzerindeki düzeneğe iki elle tutunup kayılan farklı bir eğlence türü de vardı. Cesur çocukların telden kayarken heyecandan attıkları çığlıklar ortalığı kaplardı.

Bayram yerinin batı kesiminde renkli pişmiş yumurta kırma müsabakası yapılır, yumurtası kırılan parasını öder, kırık yumurtayı ise galip gelen alırdı. Ayrıca bu kesimde araba içinde bulunan ayak pedalı ile çevrilen bir ocakta üretilen pembe pamuk helvası satılırdı. Bundan başka yine arabada çeşitli turşular, yuvarlak tepside renkli macunlar, dikdörtgen tepside Şam Bali tatlısı ve yine yuvarlak tepsi içinde simit şeklinde yuvarlak ballı Adana tatlısı satılırdı.

Şimdi gelelim okulun önüne yani meydanın güney kesimine. Okulun çıkışının sağ tarafına doğru uzanan bir sokak vardı. Bu sokakta 2 adet süslü deve boy gösterirdi. Parasını veren yere çöktürülmüş devenin üzerine biner ve devecinin nezaretinde etrafta bir tur atardı.  Ayrıca iki süslü atın çektiği, yine gelincik tarlası gibi süslenmiş ve Türk bayrakları asılmış araba, ücretini ödeyip içine doluşan çocuklar ile birlikte şarkılar, türküler söylenerek sokaklarda dolaştırılırdı.

Okulun önüne denk gelen yerde “yedisi hariç ve çarkıfelek” türü küçük çaplı kumar nitelikli oyunlar oynatılırdı. Biz çocukların sokağımızda oyun oynarken en hoşlandığı şey, yenmek yani galip gelmekti. Bu oyunlar da tam bize göreydi. Kazanma egomuzu körüklüyordu. Az da olsa paramızı kaybedince üzülüyor, nadiren kazanınca da mutlu oluyorduk.

            Kardeşim Orhan ve diğer arkadaşlarımla birlikte bayram yerine gitmiş ve her birimiz farklı yerlere dağılmıştık. Bir ara ben, çok sevdiğim turşu suyunu içtikten sonra “çarkıfelek” türü, bölümlerinde şehirlerin isimlerinin yer aldığı masaya yanaştım ve başladım küçük paralarla oyun oynamaya. Bazen kazanıyor ama dediğim gibi çoğunlukla kaybediyor ve sinirleniyordum. Pür dikkat kendimi oyuna verdiğim bir anda aniden sağ kulağıma birisi sıkıca yapışıp yukarı doğru çekti. Başım önce yukarı kalktı ve sonra sola doğru eğildi. Canım çok yanıyordu. O anda arkadan babamın sesini duydum:

“Ulan…it… ben sana kumar oynayasın diye mi para verdim!” Ardından kolumdan tutarak, kafama hafifçe vura vura eve gönderip işine dönmüştü. Babam sadece bayramın ilk günü dükkânı kapar evde bizimle beraber olur, diğer günler ise çalışmaya devam ederdi. Fazla dövmemişti ama çok bağırıp çağırdığını hatırlıyorum. Bu olay bana yaşamım boyunca unutulmaz bir ders olacaktı.

İşte benim çocukluğumun bayramları böyleydi.

Kurban Bayramınızı kutlar; bayramın ülkemiz insanına sağlık, huzur, hoşgörü, karşılıklı saygı ve sevgi getirmesini dilerim. İlhan Küçükbiçmen