(21 Kasım 1922-24 Temmuz 1923)

1nci Dünya Savaşı galipleri, emperyalist güçler olan İngiliz, Fransız ve İtalyanların adeta maşası durumunda bulunan Yunan Askeri 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettikten sonra neler yaşandığını daha önce detaylı olarak anlatmıştım.

Son olarak 9 Eylül 1922’de Yunan Ordusu yenilip dağılarak, İzmir’den körfezde kendilerini bekleyen askeri gemilere atarak canlarını kurtarmış ama bu sırada Güzel İzmir’imizi de acımasızca tamamen yakıp, yıkmışlardı.

Bunun diğer bir ifadesi ise; istilacı güçlerin yenilerek Misak-ı Milli sınırlarımızı terk etmesi demekti. İşte bu nedenle kaybeden taraf ile kazanan taraf yani biz Türkler arasında ateş kes anlamına gelen Mudanya Mütarekesi 11 Ekim 1922’de imzalandı.

Bu Mütarekenin sonucu olarak da İsviçre’nin Lozan kentinde bir barış Konferansı toplanmasına karar verilmişti.

                                                           *

Lozan Konferansı genel oturumu 21 Kasım 1922’de başlamış fakat delegeler arasında yapılan hararetli görüşmeler 4 Şubat 1923’te bir sonuca varılamadan sonlandırılmış ama konferansa katılan delegeler, tekrar bir araya gelip görüşmek üzere, 23 Nisan 1923 tarihinde karar kılmışlardır.

Anılan tarihte tekrar görüşmelere başlanmış ve nihayet çok hararetli tartışmalar sonucunda antlaşma 24 Temmuz 1923’de taraflarca imza altına alınmıştır.  

Lozan Konferansının her iki evresinde de Türk milletini ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini; I. ve II. İnönü Savaşlarında kazandığı zaferlerle Türkler’in “makûs” (kötü) talihini yenen, Sakarya’da ve Büyük Taarruz’da da en ön cephelerde düşmana karşı kahramanca savaşarak üstün başarılar elde eden, Mudanya Mütarekesinde de “onurlu” bir mütareke koşulu yaratabilen İsmet Paşa (İnönü) temsil etmiştir.

Hariciye vekili ya da başvekil dururken, barış konferansına İsmet Paşa’nın gitmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ve girişimleri ile mümkün olabilmiştir. İsmet Paşa’nın Baş Delege olarak Türkiye’yi temsil ettiği Lozan Barış Konferansı’na Türkler, büyük fedakârlıklarla kazanılmış olan eşsiz bir zaferle gitmişlerdir.

Baş Delege İsmet Paşa’nın yanında delege olarak, Sıhhiye Vekili (Sağlık Bakanı) Rıza Nur ve eski Maliye Vekili (Maliye Bakanı) Hasan (Saka) Bey de bulunuyordu.

İsmet Paşa’nın iki kelime ile ifade ettiği “genel amaçlar”, gerçekten de Türk Dış Politikasının ana programını oluşturmuş, uygulama aşamalarında ise, üzerinde titizlikle durulmuştur.

Altı maddeden oluşan Misak-ı Millî’nin (Ulusal Ant’ın) ilk beş maddesi, Türkiye’nin toprak sorunlarını, Boğazlar, İstanbul ve Marmara Denizi’nin güvenliğini ele alır. Toprak sorunlarıyla ilgili genel prensip, Wilson’un ortaya koyduğu milliyetler prensibine uygunluk taşır ve halk referandumunu öngörür.

Ama Lozan Barış Görüşmeleri’nde elde edilen başarıların niteliği açısından, altıncı madde, özel bir önem taşır: “Millî ve iktisadi gelişmemizin gerçekleşebilmesi ve işlerimizin daha modern bir idarece yönetiminin sağlanabilmesi için, her devlet gibi bizim de gelişmemizde, bağımsızlığa ve tam bir serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamız için gereklidir. Bu sebeple siyasi, adli, mali ve diğer konularda gelişmemize engel olabilecek şartlara karşıyız. Boğazlarla ilgili meselelerimizin halli de bu ilkelere aykırı olmayacaktır.”

Bu maddedeki şu kavramlar, Millî Mücadele’nin genel siyasi, sosyal, ekonomik karakterini yeterince ortaya koymaktadır: Millî ve iktisadi gelişme, modern bir idare, bağımsızlık ve tam bir serbestlik; siyasi, adli, mali ve diğer konularda gelişmeye engel olan şartlardan kurtulma…

                                                           ***

Bu kavramların genel ifadesi, Türk Kurtuluş Savaşı boyunca “istiklâl-i tam” deyişi ile belirtilmiştir. İşte, Lozan Barış Görüşmeleri boyunca, sonuçta dünyanın tescil etme durumunda kaldığı Yeni Türkiye’nin genç temsilcilerinin, özel bir ilgi, titizlik ve işarla elde etmeye çalıştığı şey “tam bağımsızlık” mücadelesi olmuştur.

Dolayısıyla, Türk delegelerinin Lozan’da sergiledikleri tavır; haklı olan, haklılığını bileğinin gücüyle kazanmış, ödün vermeyen, üstelik de diğer delegelerin önünde asla merhamet dilemeyen insan tipine özgüydü. Böylece, “eşitlik” ilkesine titizlikle uyulmuş olunuyordu.

İşte İsmet Paşa, sözü edilen bu hususları dikkate alarak, konuşma ve tavırlarından siyasal, sosyal, ekonomik konulara özenle yaklaşmış ve Genç Türkiye’ye yakışan ve yaraşan yeni imajı pek güzel çizebilmiştir.

İsmet Paşa: “Efendiler, çok ıstırap çektik, çok kan akıttık, bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz.” diyor ve müttefiklerle; “eşit haklara sahip devletler olarak konuşacağız, üstünlük kabul etmiyoruz” mesajını veriyordu. Türk tarafı, bu ısrarlı ve kararlı tutumunu, barış görüşmeleri süresince sürdürmüştür. Bir ara kesintiye uğramasına karşın, arzulanan barış anlaşması, ortak metnin 24 Temmuz 1923’te imzalanmasıyla sağlanabilmiştir.

                                             *

Musul, Hatay ve Boğazlar sorununun sonradan çözümlenmesine karşın, Türkler onurlu bir sonuca varabilmişlerdir. Adli, mali ve iktisadi sınırlandırmalar tamamen kaldırılmış, işgal altındaki siyasal sınırlar içindeki yurt topraklarının hukuki yönden elde edilmesi sağlanmış; böylece yabancı devletler, Türkiye’yi yeni nitelikleriyle ve tam bağımsız hususlarıyla zorunlu olarak tanımak ve bunu da hukuki olarak tescil etmek mecburiyetinde kalmışlardır.

                                                           *

Söz konusu anlaşma ile ilgili olarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın değerlendirmesi ise şu olmuştur:

“Bu anlaşma, Türk milleti adına asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr muahedenamesiyle ikmal edildiği zannedilmiş, büyük bir suikastın inhidamını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte emsali görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”

                                                           *

Yorum: Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Lozan Antlaşması, Genç Türkiye Devleti’nin, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk milletinin, hem Osmanlı Devleti’ne ve onun prensiplerine hem de Osmanlı Devleti ile iş birliği içine girmiş olan İtilaf Devletleri’ne karşı, hukuki olarak elde ettiği ve bunu da siyasal bir belge ile tescil ettirdiği bir anlaşmadır.

Burada özel bir ilgi ve önemle üzerinde durulması gereken şey de: Türkiye’nin, bunu yaparken, Osmanlı Devleti’nin devlet felsefesi, devlet yapısı ve amaçlarından bütünüyle farklı, önemli bir değişimi gerçekleştirerek, uygar dünyanın, geçerli prensipler olarak benimsemiş olduğu yeni değerleri kazandığıdır. Bu kazanılan özellikler; millî devlet, millî egemenlik, millî ülkü vb. değerlerdir.

Not: Polatlı’mızın değerli okurlarının, İnternet üzerinden ücretsiz indirip okuyabilecekleri, benim de 8 adet eserimin yer aldığı toplam 18 adet kitap için www.halkkutuphanesi.com adresi iyi bir kaynaktır. Mutlu okumalar, okutmalar.            

İlhan Küçükbiçmen