NEREYE SAVRULUYORUZ? (16) ÜMMETTEN VATANDAŞLIĞA

Siyasi ömrü tükenen Osmanlı’nın doğal devamı ve mirasçısı olan Anadolu ve Rumeli halkı, başka bir değişle “ümmet” olarak adlandırılan halkı, Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve Atatürk Devrimleri hayata geçirildikten sonra, artık yavaş yavaş “vatandaş” olarak anılmaya başlamıştı.

Yalnız bu halkın değişip çağa ayak uydurması için yapılması gereken daha çok iş vardı. Sokaklara dökülüp, davullu, zurnalı halaylar eşliğinde, ellerinde Türk Bayraklarıyla türküler, şarkılar söyleyen bu insanların, aslında köylerinde, ülkenin kırsal kesiminde, şehirlerde, şehir varoşlarındaki yaşam şartları oldukça kötü durumdaydı.

Köyler ve kırsal kesimdeki yaşam biçimi belki yüzyıllardır hiç  değişmemişti. Buralardaki yaşamın çekirdeğini ise her zaman olduğu gibi tipik, kalabalık köylü ailesi oluşturuyordu. Kerpiçten yapılmış, tek veya iki katlı evlerde sürüyordu doğumdan başlayıp, ölene kadar devam eden yaşam öyküleri.

En tepede şayet hayatta iseler, genelde erkek tarafından evin yaşlı büyükbaba ve büyükannesi olurdu. Onları aşağı doğru baba, anne ve evlatlar takip ederdi. Bazı ailelerde çok eşlilik (yani erkeğin birden fazla eşi) varsa, onlar ve çocukları da aileye eklenir, oldukça kalabalık bir aile görüntüsü oluşurdu.

Genelde köy evinde yaşlılar, evin hanımı ve kız çocukları kalır, yapılacak günlük işleri paylaşırlardı. Evin dışındaki işler ise baba ve erkek çocuklara düşerdi. Köyde hayvancılık yapılır, büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştirilir, bu hayvanlar da köyün ortak merasında beslenmek üzere köy çobanına teslim edilirdi. Hayvancılık demek, maddi kazanç demekti. Ayrıca hayvanların sütünden, varsa tavukların yumurtasından istifade edilirdi. Türk köylüsünün özellikle kahvaltıda olmazsa olmazı olan “Beyaz Peynir” sağılan ineğin, mandanın, koyunun ve keçinin sütünden elde edilirdi. Ayrıca köylü vatandaş yemeye kıyamayıp satmak zorunda kaldığı güzelim ‘tereyağını’ da sütten elde ediyordu.   

Köylünün evi etrafında, ailesinin azığı için sebze, meyve yetiştirdiği bahçesi, köyün biraz dışında da buğday, arpa, yulaf gibi tahılını öretip, ekip, biçtiği tarlası olurdu. Buradaki mahsulden devlet vergi alırdı. Mahsul satışından hem kazanç sağlanır hem de bir bölümü un yapımı için saklanırdı. Hemen her köyde veya birkaç köyün ortaklaşa kullandığı, (kara değirmen de denilen) ‘su değirmenlerinde’ buğday öğütülerek köylünün ihtiyaç olan un temin edilir, ormanlara yakın bazı köylerde “arıcılık” da yapılırdı.

Devlet, günün koşullarına uygun olarak “tohum, gübre, zirai ilaç ve benzeri konularda daima köylünün yanında yer alır, kamu bankası olan “Ziraat Bankası” kanalıyla da köylüye kredi desteği sağlanırdı.

Bunlardan bahsetmemin tek nedeni; Genç Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında, Anadolu ve Rumeli Köylümüzün basit ama zamanın şartlarına göre verimli sayılabilecek yaşam biçimini resmetmektir.                  

O günün zorlu koşullarında, kırsal kesimde çiftçilikle ve hayvancılıkla yaşamını sürdüren köylümüzle; günümüz köylüsünün içinde bulunduğu şartlar karşılaştırıp, aralarındaki farklılıklar artısıyla, eksisiyle birlikte değerlendirilmeli diye düşünüyorum.  

Gelecek yazı, Genç Cumhuriyetin Üretim ve Kalkınma Seferberliği konusu üzerine olacaktır.  

Dijital erişim: Google-Polatlı Postası-Yazarlar