Zaman ne kadar da çabuk, akıp gidiyor. Düşünebiliyor musunuz? Ülkemizde yaşadığımız, gelmiş geçmiş en büyük ve yıkıcı deprem felaketlerinin başlarında yer alan 6 Şubat 2023 depreminin üzerinden tam bir yıl geçti.

 Bundan 6-7 ay kadar önce, bir televizyon kanalında depremzedelerle yapılan bir röportaj anında içlerinden biri (adı aklımda kalmamış) yaşadığı bu trajediyi, gözlerinden yaşlar akarak hıçkıra, hıçkıra işte böyle dile getiriyordu:

“Bizim ve yurtdışından koşup gelen fedakâr kurtarma ekipleri birlikte gece gündüz çalışarak yanlarında getirdikleri bir kurtarma köpeğinin de yardımıyla,  günler sonra beni ve aksakallı babacığımı kurtarmışlar.  Allah onlardan bin kere razı olsun!

 Ama O korkunç depremde inanın gözüm gibi baktığım iki güzel yavrum, hayatımın anlamı dediğim kıymetli eşim ve yaşlı anacığım, üzerlerine yığılan beton blokları altında kalıp can vermişlerdi. ”

                                                           *

O gün deprem güzel şehirlerimiz,  Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır Kahramanmaraş, Gaziantep, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Hatay’ı neredeyse yerle bir etmiş, taş üstünde taş bırakmamıştı. 

Ama bu 5-6 şiddetlerindeki 2 güçlü depreme rağmen, sağlam yapılar ise yıkılmayıp ayakta kalmış, felaketi küçük çatlaklarla atlatmıştı.

Buna karşın yıkılarak adeta beton yığını haline gelen binaların, yıkılma nedenlerinin mühendislik bazında araştırılıp, hukuk açısından suçlu olduğu düşünülen inşaat sahibi, sorumlu mühendis, kaçak yapılaşmaya göz yuman bürokrat ve ilgili siyaset erkininin hala yeterince sorgulandığını söylemek iyimserlik olur.   

Depremzede kardeşim şöyle devam ediyordu;

“Allah eksikliğini göstermesin, devletimiz o günlerde Kızılay vasıtasıyla su, yiyecek, çadır, battaniye vs. gibi ihtiyaçlarımız için yanımızda olmuştu.

 Ayrıca ülkemiz hayırsever vatandaşlarının gönderdiği, yıkanıp, temizlenmiş giyeceklerden ve tüm dünyadan uçaklarla gönderilen çeşitli yardımlardan bahsediyor ve hepsi için, Allah onlardan da razı olsun.

Ama sonra diyordu ki;

“Yanımda bulunan yaşlı ve devamlı hasta olan babamla birlikte önceleri çadırda yaşadık.  Altı aydır da bir barakada yaşamaya değil de adeta zorla öksürükler içinde soluk almaya çalışıyoruz. Doğru dürüst ne ısınıyor ne de yemek yiyoruz. Tuvalet ihtiyacımızı ise komşu barakada oturanlarla ortaklaşa kullandığımız, dışarıda bulunan derme çatma portatif bir helâ vasıtasıyla gideriyoruz.

 Neredeyse bitleneceğiz. Banyo ise; satın aldığım koca bir leğen içinde, ben ve babam sırayla o da ancak iki haftada bir taşıma suyla yapıyoruz.  Doktor da portatif bir sağlık çadırında görev yapıyor. Artık elinde mevcut ne ilaç varsa onlardan yararlanmaya çalışıyoruz.

 Bu arada tam bir yıldır araştırıyorum; iş için defalarca başvurdum ama yalnız bana değil birçok insana çalışacak iş yok. Ancak; var olsun devletimizin yaptığı çok az da olsa maddi yardım ve eş, dost, akrabanın yardımıyla ayakta kalmaya çalışıyoruz

 Çok zor kardeşim…gerçekten çok zor! Artık dayanacak gücüm kalmadı. Kurban olduğum Allah bir an önce ikimizin de canını alsa da bu cefadan, bu eziyetten bir an evvel kurtulsak, diye dua ediyorum” diyor ve noktayı koyuyorsun.

Benim çileli, kaderine terk edilmiş güzel kardeşim;

“Şayet anlattığın bu zor şartlara, Allah’tan senin ve babacığının canını alması için dua etmene rağmen bir bahane bulup halâ kendini teselli ederek avutabiliyorsan… O zaman asla şikayet etmeyeceksin” dediğim sırada şiddetli bir deprem oldu, yatağımda sağa sola sallanmaya başladım. Meğer depremin etkisi altında kalıp rüya görmüşüm!  

Ne diyelim…! “Hayırdır inşallah!”