M.Kemal Paşa, Fevzi, İsmet ve Kazım Paşalar, Binbaşı Tevfik bey, Yarbay Salih Homurtak (12 Ağustos 1921), öğleden önce Albay Deli Halit Bey’in komutasındaki 12. Grubu ziyaret için iki arabayla grup karargâhının bulunduğu Toydemir köyüne geldiler.


Toydemir’den Yıldız Tepe’ye çıkıldı, çıktıkları bu tepeden, doğu batı doğrultusunda uzanan Ilıca vadisi gerçekten iyi görünüyordu. 4. Grubun Yıldız tepe ile Ilıca vadisi arasındaki kesime kaydırılması kararlaştırıldı.



Doğuya doğru iyice ilerde, çevreye egemen, heybetli bir dağ vardı. Güçlü bir dürbünle çevreyi inceleyen Başkomutan sordu:


“Şu koyu renkli güzel dağın adı ne?”


“Mangal dağı.”



Dürbünü gözünden indirdi. Yere serili olan haritaya baktı, dağı buldu, işaretledi.


“Sol kanadımızı bu güzel dağa dayayalım. Düşmanın daha doğuya doğru ilerleme olasılığı belirirse, bu dağı esas savunma hattına katarız.



Öğle yemeğini Toydemir’de komutanlarla yiyeceklerdi. İsmet Paşa haritasını toplarken, bir at kişnemesi ve bir erin korku çığlığını duyup başını kaldırdı.





  1. Kemal Paşa tam ata binerken, bir şeyden ürken at parlayınca, ayağı üzengiden kayıp yere düşmüş, sol böğrünü büyükçe bir taşa çarpmıştı.



Fevzi Paşa uzatılan mataradan avucuna boşalttığı su ile M. Kemal Paşa’nın yüzünü yıkadı. M. Kemal Paşa gözlerini araladı, baş ucunda diz çökmüş İsmet Paşa’nın korku ile terleyen yüzünü görünce gülümsemeye çalıştı:


“Merak etme önemli değil.”



Zorlukla doğrulup oturdu. İsmet Paşa’ya tutunarak ayağa kalktı. Yüzünden canının yandığı belli oluyordu. Atı tutan seyise seslendi:


“Çocuk getir onu buraya.”



Beyaz, güzel, uzun bacaklı, örme yeleli bir attı bu. Yanlış bir şey yaptığının farkındaymış gibi suçlu suçlu duruyordu. Seyis atı yaklaştırdı. M. Kemal Paşa, “Gel çocuğum.” Dedi, atın yüzünü okşadı, “…senin bir kusurun ok.” Gözlerinin arasından öptü.



Otomobillerle çok yavaş olarak Polatlı’ya gelmişlerdi, M. Kemal Paşa vagonuna çekilmişti Yanında Cephe Sağlık Müdürü Dr. Murat Cankat vardı. Paşalar ve karargâhın önde gelen subayları, derin bir kaygı ve sessizlik içinde, yandaki vagonda muayenenin sonucunu bekliyorlardı.



Doktor yarım saat sonra, bekleyenlerin yanına geldi. Terini sildi. Ürkmüş görünüyordu:


“Bir ya da iki kaburga kemiğinin kırıldığını sanıyorum. Biri ciğerini tahriş ediyor. Sesi kısılmaya başladı. Röntgen çekilmesi gerek.”


Yalnız Ankara Hastanesi’nde röntgen vardı.


“Öyleyse Ankara’ya gitmek zorunda...”


“Evet, hemen.”



İsmet Paşa yaverine, “Treni hazırlatın.” Dedi, topluluğa döndü,


“Olayı gizli tutacağız.”


Refet Paşa’ya ve Cebeci Hastanesine gizlice bilgi uçurdu.



Refet Paşa, Kazım Paşa, Müsteşar Albay Ali Hikmet Ayerdem, Salih Bozok ve Muzaffer Kılıç başhekimin odasında sonucu bekliyorlardı.



Doktorlar Başkomutan’ı, röntgeninin çekilmesi ve muayene edilmesi için alıp götürmüşlerdi.



Sol kaburgalarından birinin kırık olduğu anlaşıldı. Kırık kaburganın ucu akciğeri örseliyordu. Kaburga alçıya alınamadığı için Dr. Mim Kemal Öke, belden yukarısını kalınca bir bant ile sıkıca sardı. Kırık kaburganın zamanla kaynayıp iyileşmesi beklenecekti.



Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam, Dr. Şemsettin Bey, Dr. Murat Cankat ayaktaydılar. Arkalarında Nesrin Hemşire duruyordu.



Mim Kemal Bey, M. Kemal Paşa’ya bu durumda cepheye dönmemesini ve kesin istirahat etmesini tavsiye etti. Mustafa Kemal Paşa Çankaya’ya döndü.



Paşanın kaza geçirdiğini öğrenen Fikriye Hanım az kalsın bayılacaktı. Paşa o zorlu geceyi, Fikriye Hanım’a, Sabah cepheye döneceğini, söyledikten sonra evde inleyerek geçirdi.



Salih, Muzaffer ve Muhafız Tabur Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı, belki Paşa’nın bir emri olur diye erken gelmişler, yemek salonunda oturuyorlardı. Bir ayak sesi duyuldu. Salih ayağa kalkmaya davranınca İsmail Hakkı elini tuttu:


“Telaşlanma Fikriye hanımdır.”



Merdivenlerden Fikriye Hanım değil, M. Kemal Paşa indi. Traş olmuş, giyinmişti. Üçü birden ayağa fırladılar. Salih ağlamaklı, “Aman Paşam…” dedi,” niye kalktınız?”


“Böyle günde yatılır mı çocuk?” Sesi iyice kısılmıştı.


“İsmail Hakkı, taburunu topla, yarın cepheye hareket et.”


 “Başüstüne.”


Salih Bozok’a döndü:


“Trenlerde arkalığı öne arkaya hareket ettirilebilir koltuklar olurdu. Bana arkalığı öyle olan bir koltuk bulun. Belki demiryolu ambarında vardır. Kazım Paşa’ya haber verin. Bir saat sonra cepheye hareket edeceğiz. Albay Asım Bey’i de bulun. O da bizimle gelsin. Siz de hazırlanın.”


“Ama Paşam doktor…”


“Dediğimi yapın.”


“Peki.”



Paşa Fikriye hanıma tutunarak yavaşça oturdu. Elinden çekerek Fikriye Hanımı da oturttu.”


“Bu kazayı anneme yazma.”


“Yazmam.”


“Teşekkür ederim. Zavallı kadın, benden yana hep acı içinde yaşadı. Ya hapisteyim, ya sürgünde, ya savaşta. İdama mahkum olduğumu bile duydu.”


Genç kadının elini okşadı:


“… Sen de üzülme. Allah bana yardım edecektir.



Kaynak: Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler.