Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs, sadece bir tarih değil, bir hafıza çağrısı olarak bizlere sunuluyor. Alın teriyle, emeğiyle, sabrıyla hayatı var eden milyonlarca insanın görünmez çabası, bugün çok daha fazla görünür olmayı hak ediyor.

Ülkemizde sayıları milyonları aşan, emeğiyle mücadele eden, işçilerimizin günü kutlu olsun. 1 Mayıs, bir bayramdan öte bir hatırlatmadır. Emek olmadan hiçbir üretim olmaz, hiçbir medeniyet ayakta duramaz. Fakat ne gariptir ki, emeğin kıymeti çoğu zaman sadece kriz dönemlerinde, büyük kayıplarda ya da kısa süreli alkışlarda anımsanıyor. Oysa emek, her gün yanı başımızda, hayatın ta kendisi.

Çocuk işçilerden tutun da günün 10 saatinden fazlasını çalışarak geçiren işçi kesiminin bayramı bugün. Bugünün anlamı, sadece meydanlarda atılan sloganlarla değil, aynı zamanda hayatın içinde emeğe olan saygıyla, adil çalışma koşullarıyla ve eşit fırsatlarla yaşatılmalı.

1 Mayıs, hiçbir ideolojinin tekeline ait değil; alın terinin, emeğin, adaletin ortak sesi olmalı.

Biraz hafızalarımızı kurcalarsak eğer 1 Mayıs 1856'da ilk kez Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesinden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenlemişlerdi.

1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bırakmışlardı. İşçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazanan 1 Mayıs’ta unutmayalım ki daha adil bir dünya ancak emeğe hak ettiği değeri verdiğimizde mümkün olacak.

Bugün, o sesin bir parçası olalım; sadece meydanlarda değil, zihnimizde ve hayatlarımızda da…