Mihallıççık’a çekilen resmi birimler ile asker aileleri, belirlenen bir sırayla yola çıkıp Sakarya doğusuna geçerek Kızılcahamam’a gitmekteydiler. Askerlik Şubesi de toparlanıyordu. Gazi çavuş torbalarını sırtlamış dokuz delikanlı ile çıkageldi. Oğlu Ali de delikanlıların arasındaydı.

Şube Başkanı Çolak Yüzbaşı eşya toplanmasını durdurdu. Filistin’de dirseğinden yaralandığı için geri hizmete alınmıştı. Sırasında dokuz erin ne kadar işe yaradığını iyi bilirdi. Bekletmeden gerekli işlemleri başlattı. Sonra da önünde birikmiş evrak yığınına eğildi. Elindeki işleri bitirmesi gerekti. Çünkü birkaç gün sonra da şube yola çıkacaktı.

Gazi çavuş esas duruşta, “Yüzbaşım bir şey sorabilir miyim?” dedi.

“Sor.”

“Duydum ki Kemal Paşa eski askerleri de silâhaltına çağırmış. Doğru mudur?”

“Evet, doğru.”

“Paşa’yı Çanakkale’den bilirim. Zorda olmasa çağırmazdı. Biz sıramızı savmıştık. On yıl dövüştüm. Çavuş oldum. Üç kere yaralandım. Esir düştüm. Geri gelebildim. Demek ki koca Allah beni ordunun bu zor günü için esirgemiş. Orduya katılmak için ne yapmalıyım?”

Yüzbaşı saygıyla başını kaldırdı. Baktı. Zaferin tadını, yenilginin acısını tatmış gerçek bir askerdi bu.

“Otur. Bir çay içelim hele.”

Çavuş oturdu.

“Sağ ol.”

“Kaç yaşındasın?”

“Otuz iki.”

“Yanında bir belge var mı?”

“Kafa kâğıdım bile o kıyamette kaybolup gitti Yüzbaşım. Bir canımı kurtarabildim.”

Yüzbaşı anlayışla gülümsedi:

“Zarar yok. Evinle helalleştin mi?”

“Evet.”

“Tamam, seni ve çocukları, I. Gruba yollayacağım. Grup Karargâhı burada. Bir piyade, bir de süvari tümeni var. Sizi I. Piyade Tümeni’ne verirler. Komutanı Abdurrahman Nafiz bey. Çok disiplinli bir tümendir. Top, tüfek sesi duymamış yeni askerlere senin gibi tecrübeli çavuşların çok yararı olur.”

Posta eri kurutulmuş otlardan yapılma uyduruk çayı getirdi.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Bir görevli, açık oturuma ara verildiği için koridora çıkmış olan milletvekillerini uyarıyordu.

“Gizli oturum başlıyor efendim. Lütfen salona buyurun. Kapılar kapanacak. Lütfen!”

Cepheden dönen milletvekilleri açık oturumda orduyu övmekle yetinmiş, eleştirilerini gizli oturuma saklamışlardı. Son milletvekilleri de salona girdiler. Mehmet Şükrü Koç, yanındaki arkadaşına, ellerini ovuşturarak, “Hesap sorma saati geldi” dedi. Kapılar kapandı. Meclis Başkanı M. Kemal Paşa zile vurdu:

“Oturumu açıyorum.”

Gizli oturum başladı. Tarih 2 Ağustos 1921’i gösteriyordu. Dr. Rıza Nur elini kaldırdı.

“Buyrun.”

Rıza Nur kürsüye geldi:

“Efendim! Açık oturumda konuşan arkadaşların arz ettikleri gibi cephede bütün birlikleri gezdik. Subay ve erlerle görüştük. Ordu sayıca yetersizdir ama elde kalan çekirdek hakikaten mükemmeldir. Savaşa hazırdır. Fakat birçok noksanlık ve aksaklık var. Şimdi onları arz edeceğim. Söylenmeyen derdin devası olmaz…”

Meclis derin bir sessizlik içinde izliyordu. Rıza Nur ordunun yoksulluğunu anlatmaya başladı.

“Askerin çarığı yok. Çoğunun ayağı çıplak. Süvarinin kılıcı yok. Çadır yok, asker güneş altında yanıyor. Birçok askerin matarası yok, Birliklerde su fiçısı, kırba(köseleden yapılma su torbası) yok. Asker geri çekilirken çamurlu Porsuk suyundan içmek zorunda kalmış. Askerin yüzde yirmisinin süngüsü yok. Geri hizmetlerin iyi yapılmadığı anlaşılıyor. Bunlar Milli Savunma Bakanlığının görevleri. Fevzi Paşa Hazretleri’ni yakından tanırım. Çok saygım vardır. Cidden yurtsever, çalışkan ve doğru bir insandır. Ama kanaatimce bugüne kadar uyumuş, görevini hakkıyla yapmamıştır.”

Fevzi Paşa’nın yüzü soldu.

“…Şu anda üç görevi var. Bakanlar Kurulu’na Başkanlık ediyor, Genel Kurmay Başkanı İsmet Paşa cephede olduğu için ona vekâlet ediyor ve Milli Savunma Bakanı! Bu üç önemli görev neden bir kişide toplanmış? Bu ne hırs?”

Fevzi Paşa yanında oturan Adalet Bakanı Refik Şevket İnce’ye, “Bu görevleri ben mi istedim…” diye yakındı, “Meclis verdi.”

Rıza Nur Bey’in sesi sertleşiyordu:

“…Bakanlar Kurulu da çok ağır davranmıştır. O da bu konuda idaresizlik göstermiştir.”

Yer yer alkışlar duyuluyordu.

“…Taşıt araçları, gereçler yetersiz. On-on beş gün içinde orduyu Sakarya’da tutunacak hale getiremezsek, felakete sebep oluruz. …İsmet Paşa Hazretleri’ni seven ve sayan bir insanım. Meziyet ve faziletleri de çok yüksektir. Fakat olağanüstü hallerde olağanüstü önlemler gerekir. Ordunun başına…”

Mersin Milletvekili Emekli Albay Selahattin Köseoğlu acele etti, oturduğu yerden, “M. Kemal Paşa geçsin” diye bağırdı. Köseoğlu önceleri M. Kemal’in destekçisiydi ama sonraları Meclisteki tutucular safında yerini almıştı. Ondan beklenilmeyen bir öneriydi bu.

Orduyu zaten savaşa hazırlamakla uğraşan M. Kemal Paşa dikkat kesildi.

Rıza Nur Bey, eliyle M. Kemal Paşa’yı gösterdi:

“…Evet, bizim reisimiz tam bu işin adamıdır. Onun gibi iyi bir komutanımız yok. Bence bu millet, ancak onun verebileceği ümitle silkinebilir.”

…Mustafa Kemal Paşa dinliyor ve susuyordu.

Kaynak: Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler.