Pek çok şeyin suçunu çağa ve teknolojiye yükler hale geldik.


“Zamane” tabiri her dönem için geçerli. Yalnızca günümüze has bir tabir değil. Ama “zamane gençliği” tabirini kullanarak biraz da kendi üzerimizdeki sorumluluğu attığımız kanaatini taşıyorum.


İnsan ilişkilerinde meydana gelen zaaf ve zayıflamaları çağa ve teknolojik gelişmelere yüklemeden de çözebilmemiz gerekirken bu kolaycılığı yapmamızın ana sebepleri üzerinde kafa yormuyoruz.


Her geçen gün daha doyumsuz ve daha hazımsız olmamızın teknoloji ile doğrudan bağı elbette vardır ama tek sebep asla olamaz.


Daha ufak şeylerle mutlu olabiliyorken neredeyse hiçbir şey bizi gerektiği kadar mutlu edemiyor.


Mesela çocukluğunuzu düşünün. Günümüzdeki oyuncakların yüzde kaçına sahiptiniz?


Kaliteli oyuncaklar olmadan oyun oynayamıyor muydunuz?


Şahsen ben bazı oyuncakların bebeklerin ve çocukların kişisel becerilerini körelttiği ve olumsuz etkilediği kanaatini taşıyorum.


Çocukluğumuzda son model bir oyuncak otomobil olmadan da pek ala sıradan bir tencere kapağını direksiyon simidi yaparak dakikalarca oynadığımızı hatırlarım.


Çok basit üç-beş parça eşyayı hayal gücümüzün katkısıyla dünyanın en mükemmel oyun alanına dönüştürebildiğini yaşadık.


Mükemmel ve sınırsız oyuncaklar bebek ve çocukların hayal güçlerini ortadan kaldırdı.


Annemizin ekmeğimize sürdüğü alelade bir salça veya ekmeğe sürülen azıcık yoğurdun üzerine serpilen bir tutam toz şeker bizi mutlu etmeye yeterken şimdiki çocuklara yemek beğendiremez hale geldik.


Ödüllendirelim derken çocuklarımızı farkında olmadan cezalandırdığımızın farkına dahi varamadık.


Radyasyon yaydığını ve türlü zararlarının olduğunu bile bile birkaç yaşındaki bebeklerin dahi ellerine akıllı cep telefonlarını tutuşturur hale geldik.


Onların zihinsel ve bedensel gelişmelerine ne büyük zararlar verdiğimizi hiç düşünmedik.


Mutluluğun zenginlikte ve lükste olmadığı bilincinden “her ne olursa olsun her şeyin en iyisi benim ve çocuklarımın olması lazım” düşüncesine terfi ettik.


Eskiden “parayla saadet olmaz” deyimi vardı.


Fakat biz ısrarla saadete erişmek için paranın olmazsa olmaz bir şey olduğu fikrini yerleştirdik.


Parasını konuşturmaya kalkanlara, gösteriş yapanlara eskiden “görgüsüz ve sonradan görme” denilirken günümüzde varlıklı olmayanlara “beceriksiz ya da enayi” demeye başladık.


Çocukken elimizde bir yiyecekle evden dışarı çıkamazdık. Sokakta ve yürürken bir şeyler yemek veya atıştırmak görgüsüzlük ve nezaketsizlik iken şimdi koca koca insanlar zamandan tasarruf etme ve saire bahaneleriyle halka açık alanlarda yiyip içmeye başladık.


Bir şeker veya gofreti bile dışarıda yedirmezdi büyüklerimiz “Alan var, alamayan var. Başkalarının canı çekmesin!” diye.


Ufacık bir şey bile olsa arkadaşlarımızla paylaşmayı öğütlerdi büyüklerimiz.


Başkalarının mutluluğu ile mutlu olur, Üzüntüsü ile üzülürdük.


Mahalleden bir cenaze kalkmışsa günlerce televizyonun sesini dahi yükseltemezdik “ayıp olur, kınarlar” diye.


Şimdi öyle mi ?


Yan komşumuzun evinden cenaze çıkıyor, haberimiz bile olmuyor. Düğün derneklerde davetiye lütfedilirse mesajla gönderiliyor.


Listeyi daha da uzatabiliriz. Şimdilik bu kadar yeter.


Olumsuzlukları ortadan kaldırmak için her şeyi gözden geçirerek yeni bir yol haritası çıkarıp tatbik etmeye başlamazsak bu tarzda geçmişse özlem/nostalji yazıları ile daha çok avunuruz.