YAŞASIN CUMHURİYET :Tarih 24 Temmuz 1923’ü göstermiş ve zamanın Dış İşleri Bakanı olan Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından İsmet İnönü’nü ve beraberindeki T.B.M.M. temsilcileriyle, Britanya İmparatorluğu, Fransa Cumhuriyeti, İtalya Krallığı,Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı temsilcileri arasında Lozan’da barış antlaşması imzalanmıştı.

Mustafa Kemal Paşa haberi öğrendiğinde artık kafasında hesapladığı zamanın geldiğine kanaat getirdi. Cebinden usulca az yapraklı küçük not defterini çıkarıp, orada daha önce kurguladığı yeni bir Cumhuriyet’in ilk notlarını almaya başladı. Ve sonra bir akşamüzeri, Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Bey’i, Çankaya’ya çağırdı.

Artık yanından hiç ayırmadığı ve sırrını paylaştığı not defterini başkalarına açabilirdi.

'

Bakın Hasan Rıza (Soyak) Bey bu konu hakkında neler diyor:

“… Hemen kâğıtları okumaya başladım. Daha ilk satırlarında kalbim küt kük atmaya başladı, büyük bir heyecana kapıldım. Bunlar, o zaman mevcut olan Anayasa’nın bazı maddelerini adeta değiştirir nitelikteydi. Birinci maddeye ‘Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyet’tir.’ cümlesi eklenmişti.”

“Gazi Paşa, temize çekilen notları önce benimle, Adalet Bakanı’na gönderdi, sonra da kendisine danışmanlık yapmak üzere kurduğu komisyona.”

'

***

(…) Viyana’da yayımlanan “Neue Freie Presse” gazetesinin muhabiri Mösyö Lazar, uzun süredir, özel bir demeç koparabilmek için Gazi’nin peşinde dolanıp duruyordu. Sonunda istediği randevuyu, 18 Eylül günü alabildi. Mustafa Kemal’e yeni rejimin adını ve başkentini sorunca şu cevabı aldı: “Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezidir.”

Bu yanıt, önce Mösyö Lazar’dan Türk gazetelerine yayıldı, sonra kulaktan kulağa bütün Ankara’ya ve tabii hızla İstanbul’a… Muhaliflere….

Muhaliflerin başını çeken Rauf Bey, Doktor Adnan ve Refet Paşa, o sabah İstanbul-Haydarpaşa İstasyonu’nda, Ankara’dan İstanbul’a gelen Ali Fuat Paşa’yı karşılıyorlardı. Millî Mücadele’nin dört lideri, istasyondan doğruca Refet Paşa’nın Kalamış’taki köşküne gitti. O akşam sarayda, Halife Abdülmecid Efendi ile birlikte yemek yediler.

'

Aynı saatlerde Mustafa Kemal Paşa da bazı arkadaşlarını Çankaya Köşkü’ne yemeğe çağırmıştı. İsmet Paşa, Fethi Bey, Fuat Bulca, Ruşen Eşref, Kâzım Özalp, Kemalettin Sami ve Halit Paşa, sofrada yerlerini aldılar. (…) Az sonra Gazi, yıllardır hedefine koyduğu radikal kararını, onunla kader birliği yapan arkadaşlarına açıkladı:

“Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.”

'

***

(İki üç gündür yapılan ateşli tartışmaların 29 Ekim 1923 günü öğleden sonraki oturumda) Abdullah Azmi Efendi’nin: “Bu iş önemlidir, bu konu daha görüşülsün.” diye yükselen çıkışına karşın, görüşmenin yeterliliği kabul olundu. Ondan sonra önerinin tümü ve arkasından maddeleri birer birer okunarak kabul edildi.

Parti toplantısına son verilerek, hemen Meclis toplantısına geçildi. Saat öğleden sonra altı olmuştu. Tasarı, Anayasa Komisyonu’nca, yönetim gereği incelenerek, tutanağı hazırlanırken, Meclis başka işlerle uğraşıyordu.

En sonu, başkanlık katında bulunan Başkan Vekili İsmet Bey (İsmet Eker), Meclis’e şu bilgiyi verdi:

“Anayasa Komisyonu, Anayasa’nın değiştirilmesi ile ilgili tasarının ivedilikle ve hemen görüşülmesini öneriyor.” “Kabul” sesleri üzerine tutanak okundu. Önerildiği üzere, konu acele görüşüldü.

Sonunda yasa, birçok milletvekilinin olumlu anlamda yaptığı konuşmalar sonucunda  “Yaşasın Cumhuriyet” diye alkışlanarak kabul edildi.

On beş dakika sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlığına Gazi M. Kemal’i oy birliğiyle seçti.

'

***

Cumhuriyet ilan edilmesine ve Cumhurbaşkanlığına Gazi Mustafa Kemal’in seçilmesine rağmen, halifelik makamına dokunulmamış, Abdülmecid Efendi’nin, görevine devam kararı alınmıştı. Yakında hilafetin de kaldırılmasıyla, Cumhuriyet tam anlamıyla yerine oturacaktı…

Ama ortada ilginç yapısal bir zorluk vardı! Cumhuriyet idaresi Meclis’te tartışılırken bile birçok milletvekili, olayı hâlâ tam olarak kavrayamamış, özümseyememiş, saltanatın kaldırılmasını bir türlü kabullenememişti. Acaba padişah yerinde kalsa, o, güçlü bir Meşrutiyet idaresiyle kontrol edilemez miydi kabilinden tereddüt içinde bulunan, sayıları azımsanmayacak bir grup vardı Meclis’te. Onlar bile cumhuriyet fikrinin, ülke için daha çok erken olduğu düşüncesini savunurken, kendi yörelerinde bulunan halka bunu nasıl anlatacak, ne şekilde savunacaklardı, kabullenemedikleri cumhuriyet rejimini? Onlar da kararsızlık ve ikilem içindeydiler.

'

Halka, diğer adıyla Anadolu köylüsüne gelince problem, milletvekillerinin durumundan çok daha zor ve karmaşıktı. Çünkü halk dediğimiz Anadolu ve Rumeli insanı, yüzyıllardır Osmanlı Padişahının halkı veya vatandaşı değil, tebaası, ümmetiydi. Âdeta padişahın müritleri desek pek de yanlış olmazdı. Onlar, piramidin en dibinde, tabanında yer alıyorlardı. Üzerlerinde ise katman katman; şeyhler, kadılar, beyler, ağalar, kaymakamlar, valiler, paşalar, vezirler ve veziriazam gibi kaldırmakta zorlandıkları büyük bir yük vardı.

Padişah ise, onlar için, bu sayılanların hiçbiri ile kıyaslanamaz bir konumdaydı. O, hepsinden farklıydı. O bir kere halifeydi, kutsaldı; yanaşılamaz, yüzüne bakılamaz, dokunulamazdı. Padişah asla yanlış yapmaz, yaptığı düşünülemezdi bile. Sorun hep beceriksiz sadrazamlarda ve vezirlerde aranırdı.

Evet, bu ümmet, yüzyıllardır böylesi bir ortamda yetişmiş, baskılanmış, atalarından öncelikle itaat ve sadakat duygusunu, biat geleneğini devralmıştı. Ama bunların yanında Anadolu’nun cefakâr insanı, Çanakkale Savaşlarından bu yana, Yunan’ı denize döken bir kahramanı da tanımış, onu ve onun silah arkadaşlarını bağrına basmıştı. Kemal Paşa, onlar için bir kurtarıcı, bir idol, bir halk kahramanı olmuştu… Hepsinin gönlünde yer etmişti Kemal Paşa…

Peki, şimdi ne olacaktı? Yeni padişah o mu olacaktı yoksa? Cumhuriyet de neyin nesiydi ki! Belli ki akılları, bu yeni rejimi kavramakta oldukça zorlanacaktı. Doğrusu, cumhuriyeti, birileri ortaya çıkıp onlara enine boyuna anlatmalıydı. Asırlardır özgürlüğün ne anlama geldiğini bilmeyen, eğitim yüzü görmemiş, savaş çıktığında yaka paça toplanmış, çoğu zaman horlanmış, fakirliği yaşam tarzı bilmiş bu itaatkâr, masum insanlara, birileri çıkıp vatandaş olmanın, özgür bireyler olmanın, hürriyetin, demokrasinin ne anlama geldiğini anlatmalıydı…

Bu uğraş galiba oldukça zor olacaktı… Ama zor da olsa başarılmalıydı…

'