İngiliz kuvvetleri de aynı anda Seddülbahir bölgesinde bulunan, Tekke Burnu, Ertuğrul Koyu, Marto ve Saygındere bölgelerine çıkartma yapmışlardı. Karşılarında bulunan Türk kuvvetleriyle karşılıklı savaşa tutuşmuş, takviye kuvvet gelince, üstünlük sağlamaya başlamışlardı. Bunun üzerine Türkler, geride bulunan ikinci savunma hattına çekilmiş ve düşman Yarımada’yı boşaltana kadar burada kalmıştı.

25 Nisan sabahının erken saatlerinde, karşılıklı top atışları ve bombalarla başlayan savaşı, Türk 5.nci ordusu, 9. Tümen, 27. Alayından Yarbay Mehmet Şefik şöyle anlatıyordu:

“Bu platonun neredeyse her tarafı yüksek patlayıcılı mermilerle ve şarapnellerle bombalandı. Bu bombardıman, cesur ve inatçı Avusturalyalı askerler ile dünya tarihinin sayfalarını dolduran Türkiye’nin cengaver evlatları arasında haşin, sert bir bilek güreşinin başlamak üzere olduğunun ilanıydı.”

İngiliz yazar Peter Hart Gelibolu savaşları için şöyle diyordu:

“Gelibolu amacına ulaşamayacak bir çılgınlık, sersemce düşünmenin ürettiği bir ahmaklıktı.” Sonra yazdığı, “Gelibolu” adlı kitabında karşılıklı savaşan İngilizler ve Türkler hakkındaki değerlendirmesi ise:

“Savaşmaya gönderilen İngiliz birlikleri; daha iyi eğitimli, savaş içinde pişmiş ve iyi yönetilen Türklerin tam tersine büyük ölçüde yarı eğitimliydi; modern savaş konusunda deneyimsizdi ve kötü yönetiliyordu. Bu aslında geliyorum diyen bir felaketti.”

“Gelibolu’nun, 20. Yüzyılın en önemli iki şahsiyeti için çok önemli olduğu anlaşıldı: Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill ve o sırada Türk ordusunda bir subay olan Mustafa Kemal…

Churchill şansını çok fazla zorladı ve sonunda stratejik yetersizliğinin korkunç sonuçlarından ötürü saygınlığını yitirdi.

Kemal için Gelibolu bir fırsattı. Büyük savaştan önce boşuna didinen bir politikacı askerdi; ama Anzak’ta, savaş sonrasında Türkiye’de iktidarın dizginlerini ele geçirmesini ve Kemal Atatürk olarak halkının başına geçmesini olanaklı kılacak keskin askeri becerilerini ve olağanüstü liderlik yeteneğini gösterdi.”

Sonraki Anzak dalgaları, ilkinden daha ağır ateş altında geldi. Civar tepelere saklanmış Türklerin tamamı temizlenememişti. Kullandıkları Nordenfelt topları ve Kabatepe’nin arkasına yerleştirilmiş sahra toplarının doğrudan ateşi de bize büyük zarar veriyordu, diye devam ediyordu, ikinci Anzak asker dalgasıyla Arıburnunun hemen kuzeyindeki Brighton kumsalına çıkan, Anzak Tümeni, 3.Tugay, 11. Batı Avusturalya Taburundan Yüzbaşı Dixon Hearder. Ve sahile çıkış anını şöyle anlatıyordu:

“Sandal sahilden 33 metre uzakta karaya oturdu ve botlardaki askerler, birbirine yapışmış gibiydi. Küreklerimizi çıkarıp, ağır ateş altında kıyıya kürek çekmek zorundaydık. Beş kişi botta vuruldu. Sonunda botumuz karaya oturdu ve 60 cm. olduğunu sandığım suya atladım. Su boynuma kadar çıktı ve suyun dibini boyladım! Kalkıp tökezleyerek kıyıya ulaştım. Ardımdan adamlarım da beni izledi.”

Yüzbaşı Faik’in Yüksek Sırt’ta göreceği gibi, arazinin engebeli özelliği, karışıklık halinde her iki tarafın sürekli yan ateşine maruz kalma ya da beklenmeyen yerlerden ansızın ateşe yakalanma tehlikesi içinde olmak demekti. Her iki tarafın da birbirine ateş ederek ortalığı cehenneme döndürdüğü, hayatta kalma ile yaşamını yitirme arasındaki bu hassas anı şöyle anlatıyordu Türk 5.Ordu, 9. Tümen, 27. Alay, 2. Taburundan Yüzbaşı Faik:

“100 metre solumuzdaki bir yamaçtan bulunduğumuz sırta tırmanan düşmanın ateşine maruz kaldık. Onlarla çarpışmaya başladık. Bu çarpışmada Süleyman Çavuş yaralandı. Erlerden de vurulanlar oldu. Ben de kasığımdan ağır yara aldım ve takıma komuta edemez duruma geldim.”

Albay James M’Cay’in komuta ettiği 2. Anzak Tugayı aynı sabah saat 05.30 dan itibaren kıyıya geliyordu. Büyük bölümü Anzak Koyu’nda karaya çıktı ama 7. Taburdan askerleri taşıyan 4 bottan oluşan bir grup doğrudan Balıkçı Damları’na yaklaştı. Burada Teğmen İbrahim Hayrettin komutasında küçük bir Türk grubu,  şiddetli bir karşılama hazırlıyordu. 5. Ordu, 9. Tümen, 27. Alay 2. Taburunda Komutan olan Teğmen İbrahim Hayrettin bakın o çatışma anını nasıl anlatıyor:

“Onları birkaç silah imanımızla karşıladık, kahredici ateş sayesinde üzerlerine yağdık, bir saat içinde o kadar çok istilacı askeri devirdik ki, sahil cesetlerle doldu. Ondan sonra, yüksek yeri tutmaya çalışmayı emreden savaş kuralına uyarak, düşmanın tuttuğu mevzilere hâkim olan Conkbayırı tepesine çıktık ve adamlarımızın bir kısmını orada bıraktıktan sonra, geriden takviye gelmiş gibi davranıp düşmana doğru hücuma kalktık. Silahlarımız etkili olacak kadar onlara yaklaştık ve yoğun ateşimizle çarpışarak onları durdurduk. Bu şekilde, arkamızdan gelen ana kuvvetlere zaman kazandırmayı başardık.”

Not: (1) Bundan sonraki (4 ad.) yazımda; neredeyse 8 ay süren bu çetin savaşta meydana gelen ilginç olaylardan bahsetmeye devam edeceğim.

Not: (2)  www.polatlipostasi.com dan e-gazete okunabilir; ‘yazarlar’ bölümünden de arzu edilirse tüm köşe yazılarıma erişilebilir.  İlhan Küçükbiçmen