Düşünülen kurtuluş çareleri: Mustafa Kemal Atatürk bu konuda diyordu ki:
“( …) yaptığım gözlemlere göre, üç türlü karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere korumasını istemek,
İkincisi, Amerika mandasını istemek,
Bu iki tür karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak
korunmasını düşünenlerdir. Toprakların başka devletlerce bölüşülmesindense
tek bir devletin koruma altında bulunmasını tercih edenlerdir.
Üçüncü karar: Bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmaktır. Bazı bölgeler
Osmanlı topraklarının paylaşılacağını oldubitti kabul ederek kendi bölgelerini
kurtarmaya çalışıyordu.”
Açıkça görülüyor ki; öne sürülen her üç fikir de ‘Tam bağımsızlık” istek ve
arzusundan uzaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan bir ordu müfettişi olarak, ha
battı, ha batacak köhne bir vapurla Samsun’a gittiği 19 Mayıs 1919’da görülen tablo
hiç açıcı değildi. Ordunun elinden silahları alınmış, askerinin büyük bölümü terhis
edilmiş, subayları da dağınık ve başsızdı. Yaşanan şartlar böyle çok olumsuz olunca
akla gelen, mantıklı görülen 3 karar yakarıda belirtilenlerdi. O günlerde kim diyebilirdi
ki; ‘biz güçlü düşmanlarımıza karşı ne pahasına olursa olsun tam
bağımsızlığımızı elde etmek için savaşacağız’. Böyle bir görüş ileri sürene
düpedüz ‘deli’ damgası vurulurdu. Ama ortaya gerçekten ‘deli’ olmasa da “çılgın”
biri atıldı… Bu Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan başkası değildi.
Şimdi NUTUK’a tekrar geri dönelim ve kararı hakkında ne diyor, görelim:
“Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu
kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte
içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü
tamamlanmıştı. Osmanlı toprakları tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç
Türk’ün barındığı bir ‘ata yurdu’ kalmıştı. Son mesele, bunun da paylaşılmasını
sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah,
halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden
ibaretti. O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus
egemenliğine dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!”
İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da
Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu
karar olmuştur.”
Evet, her şey apaçık ortada… Osmanlı Devleti ömrünü tamamlamış; ya yok
olup, tarihten silinip gidilecek ya da yerine Atatürk’ün dediği gibi yeni bir Türk Devleti
kurulacaktı. Üçüncü bir yol yoktu bizler için.
Yaşamımın neredeyse yarısını, mensubu olmaktan onur duyduğum
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nde geçirmiş bir Emekli Subay olarak inanın
duygu sömürüsü yapmıyorum: Gerçekten çok duygulandım, adeta “ağlamaklı”
oldum. Duygusallığımı lütfen bağışlayın. Nihayetinde ben de insanım…
Ülkemizin içinden geçtiği bu zor günlerde; bilimin aydınlık ışığı ile yoğrulmuş,
geleceğimizin güvencesi olan “gençlerimize” seslenmek istiyorum!

“Sevgili gençler; yaşım 75’e dayandı. Yaşam arzu ve heyecanımı Allah
izin verdiği sürece korumaya, deneyim ve bilgi birikimimi sizlere aktarmaya
gayret edeceğim.
1000 yıla yakın süredir, atalarımızdan ödünç aldığımız ve bizden sonraki
nesillere devredeceğimiz bu kadim Anadolu topraklarının hepimize yüklediği
bir sorumluluk var. O da, birlikte barış içinde yaşayıp, çok çalışarak kalkınmak,
ülkemize ve insanlığa yararlı olmak.
İşte bu nedenle genç devletimiz Türkiye Cumhuriyet’inin bu günlere
hangi şartlarda ve ne gibi yokluk ve zorluklarla boğuşarak gelindiğini bilmek
hem hakkınız, hem de görevinizdir. İşte bu nedenle Atamızın eseri “NUTUK”
kitabını okuyup anlamanızı veya köşe yazılarımı takip etmenizi öneriyorum.”
Yukarıda, yaşamının neredeyse tamamına yakınını, “Gazilik” onuruyla savaş
meydanlarında geçirmiş bilgili, deneyimli ama en önemlisi de, “kararlı ve cesur” bir
komutanın inançla yoğrulmuş azim ve kararlılığına şahit olduk.
Son olarak Atamızın dünyaya mal olmuş veciz sözü muhteşemdir.
“Ya bağımsızlık ya ölüm!” Bu konuyu da önümüzdeki yazımda işleyeceğim.