Tabip odası seçimleri, 17 nisan pazar günü Çapa’da yapılacağı için, önceden kendimce gidiş geliş planı yapmıştım. Tabip odası sekreteryası, üyelere mail göndererek, hangi binada, hangi sandıkta ve hangi numara ile oy vereceğimizi bize önceden mail ile bildirmişti.

Ben ve benim gibi yeni üye olan gençler, biz hepimiz, Çapa Fen lisesinde oy vereceğiz. Eskiler ve kıdemliler, yolun karşısındaki Selçuk Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde oy verecekler.

İstanbul’u ve özellikle üniversite binalarının bulunduğu bölgeleri, çok fazla bilmiyorum. Arkadaşlara da sorduktan sonra, yaptığım yolculuk planına göre, önce metronun ilk durağı Hacıosman’a gidilecek. Oradan Teksim’de metrodan inilip, Funikülerle Kabataş’a geçilecek ve tramvayla Çapa durağında inilecek.

Tv de, o gün yapılacak olan bisiklet yarışları yüzünden Kabataş tramvay yolunun da kapatılacağını öğrenince, kara kara düşünmeye başlamıştım ki, sabah kahvaltıya gelen oğlumuz, ‘baba ben sizi arabayla götürürüm, hem yolda sohbet de ederiz’ dediğinde oldukça rahatladım.

Hava, kış gibi, oldukça da kapalı, soğuk ve hafifften yağmurlu. Eşimle birlikte gittiğimiz Çapa Fen lisesi, Osmanlı döneminde, 1848 de hizmete açılmış tarihi bir bina. Kat yükseklikleri oldukça fazla, tabanları, gri renkli Marmara adası mermeriyle kaplanmış. Mermer döşemeler, hala ilk günkü gibi sapasağlam duruyorlar. Girişte büyük bir antika avize gelenleri karşılıyor. Koridor duvarlarında, yıllar içinde okulda müdürlük yapmış olanların fotoğrafları var.

Bina girişinde, karşılıklı iki standda gelenleri karşılıyorlar. Seçime, ‘Demokratik Katılım Gurubu’ ve ‘Türk Hekimler Birliği Grubu’ adlarında iki liste giriyor. İki gurup ta, elimize ayrı ayrı kendi listelerini tutuşturdular. Oyumu kullanacağım 89 numaralı sandık, üçüncü katta. Yavaş yavaş merdivenlerden çıkıyoruz. Öğleden sonra olduğundan, o sırada sandığımızda benden başka oy veren yok. Oy pusulalarına sırayla isimlerin yazılacağı kapalı alanlardan, bir kaç tane hazırlamışlar. Listeler oradaki masalarda da bulunuyor.   İlkindeki sandalyeye oturdum. Yazılacak çok isim var. Sırayla yazmaya başladım.

Oyumu verip imzamı da attıktan sonra, bina girişinde Dr Fahri ağabeyle buluştuk. İstanbul Tıp 1959 Mezunu, ihtisasını Almanya’da yapmış bir kadın doğum uzmanı büyüğümüz. Emekliler grubu başkanımız Erdinç abi, karşı binada oy vereceğinden, birlikte yolun karşısındaki teknik lise binasına geçtik. Orası da tarihi bir bina, girişte öğrencilerin yaptıkları giysileri, vitrinlerin içinde sergiliyorlar. Koridorları gezerken, kapısı açık olan bir sınıfa yığılmış onlarca dikiş makinasının arasında, kapının hemen dibinde duran tarihi bir piyanoya rastladık. Tuşları hala yerlerinde ve üzerlerindeki mineleri eskimiş, bir kısmı çıkmış. Üstüne özensizce sandalyeler atmışlar. ‘Beni burdan alın, beni müzeye koyun’ diye, adeta her görene yalvarıyor.

Anında beliren bir görevli, sertçe ne aradığımızı sormasın mı. Bize sanki suç işlemişiz gibi davranıyor. Kendimizi nazikçe tanıtıp, oradan ayrıldık. Erdinç abi karşıdan geldiğinden, henüz vapurdaymış, ‘Siz bekleyin geliyorum’ dedi. Bina girişindeki stantlardan birindeki görevli gençler, yaşımıza bakıp bize yerlerini verdiler. Oradaki öğrenci sırasına dizilip oturduk. Bir süre sonra, gelen gidenden sıkılıp, biraz da koridorun sonundaki kreşteki çocuk sandalyelerinde dinlendik.

Nihayet, Erdinç abi de geldi. 1958 mezunu, o da benim gibi, Ankara Tıp Fakültesi’nden, pek çok hocamızın da sınıf arkadaşı. Tarihi binanın yanıdaki yeni binada, bir numaralı sandıkta oy kullanacakmış. ‘Ben eskiden dört nolu sandıktaydım, düşe düşe bir nolu sandığa kadar geldim’ dedi. Meslekte kıdemli olmak, işte böyle bir şey. Girişte İTO başkanı Pınar hanım ve eşiyle sohbet ediyoruz. Gelenlerin çoğunu tanımıyorum. Erdinç abi, biraz bekleyin, sizi Tıp Fakültesi 1953 mezunu ve bizler gibi kadın doğum uzmanı olan bir ablamızla tanıştıracağım dedi.

Tanışmak onuruna eriştiğimiz, Dr Mürüvvet Meryem Türkili, çok muhterem bir insan. Bu yaşında kızıyla birlikte, yağmur, soğuk demeden gelip oyunu kullanmış. Haseki’den ihtisas aldığını anlattı. Eskilerden, Almanyadan gelen hocalarıyla olan anılarından bahsetti. Konuşma arasında, telefon ve adresini kaydettim.

Ayrılacağımız sırada, bizim oraya nasıl geldiğimizi ve evlerimize nasıl gideceğimizi sordu. Toplu taşımayla gideceğiz dedik. ‘Bizde araba var. kızımla Etiler’e gideceğiz, yolumuzun üstünde sizi bırakalım’ dedi. Sağ olsunlar Gayrettepe Metro durağına kadar bizi getirdiler. Orası Fahri abinin evine de çok yakınmış. Biz de metroyla yolumuza devam ettik.

Erdinç abi, genel kurul delege adayı olduğundan, seçim sonuçlarını öğrenmek için orada kaldı.

Akşam telefonda, demokratik katılım grubu adaylarının, oyların yüzde seksenyedisini alarak seçildiklerini bildirdi. Kendisi de genel kongre delegesi olmuştu. Gönülden kutladım. Eski yönetim kurulu, sürelerini tamamlayıp yeniden aday olmadıklarından, görevlerini yeni seçilenlere devredecekler.

Yazımı hazırlarken, İstanbul Tabip Odası’nın 31.000 den fazla üyesi olmasına karşılık, seçime katılan meslektaş sayımızın, bu sayının çok altında kaldığını (3.450 kişi) üzülerek öğrenmiş bulunuyorum! Keşke meslektaşlarımız, tabip odamıza daha fazla ilgi gösterip, daha fazla sahip çıksalardı. Hayret, o gün, ne kadar da çok meslektaşımız nöbetteymiş! Eskiler, ‘tarlada izi olmayanın, harmanda yüzü olmaz’ diye ne de güzel söylemişler.

Ertesi gün Dr Mürüvvet Türkili büyüğümüze kitaplarımı kargoladım. Ileri yaşına ragmen meslektaşlarından ve yaşamdan kopmayan ablamızla, Erdinç ve Fahri abilerimle bir kez daha gurur duydum. Yaptıklarınız, ve davranışlarınızla, gençlerimize daima iyi örnek oluyorsunuz. Iyi ki varsınız. 14 Mart Tıp Bayramı’nda, Taksim’deki Atatürk Anıtı’na çelenk koymak isterken, yaşınıza ve ak saçınıza bakmadan, sizi tartaklayıp yere düşürenler utansın.