Ulus, padişah ve hükümetinin ihanetinden habersizdi, (NUTUK’tan): Ülkemize bağımsızlığını kazandıran ve Cumhuriyetimizi kuran ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımak ve onun yaptıklarını anlamak için kesinlikle yazdığı büyük eseri “NUTUK”u okumak gereklidir. Ben de bu amaçla eserden bazı dikkate değer bölümleri alıp, günümüzle kıyaslayarak o konudaki görüş ve düşüncelerimle yorumlayıp, sizlere sunmak istedim.


O günlerde ülkenin genel durumunu Atatürk şöyle özetliyor:


“Düşman devletler, Osmanlı devlet ve ülkesine maddi ve manevi olarak saldırmışlar, Padişah ve halife olan kişi hayat ve rahatını kurtarmaktan başka birşey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemektedir. Ordu, ismi var cismi yok bir halde. Komutanlar ve subaylar Dünya Savaşı’nın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanma olduğunu görmekle içleri kan ağlamakta, gözleri ve zihinleri kurtuluş yolu aramakla dolu…


Burada çok önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, padişah ve halifenin ihanetinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı, yüzyılların kökleştirdiği dinsel ve geleneksel bağlarla içten gelerek boyun eğmekte ve sadık.


Ulus ve ordu bir yandan kurtuluş yolu düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlığın güdüsüyle kendinden önce, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramak yeteneğinde değil… Bu inanca karşıt fikir ve görüş ortaya atacakların vay haline. Derhal dinsiz, vatansız, hain ve dışlanmış kişi olur…”


Gazi o günleri o ve o günleri yaşayan Türk toplumunu o kadar güzel tarif etmiş ki, gerçekten bu paragrafı yorumlamam oldukça güç olacak. Ama dikkatimi çeken bir iki noktaya değinmek istiyorum. Anılan yıllarda 20. Yüzyılın ilk çeyreğini yaşayan dünyanın Emperyalist güçlerinin kaynağı olan Avrupa devletlerindeki teknolojik gelişme ve üstünlüğün yanında, dünyadan gerçekten bihaber yaşayan, eğitim ve bilgiden yoksun Osmanlı Devletinin çilekeş kadim Anadolu insanının içinde bulunduğu şartlar insanın gerçekten yüreğini burkuyor.


En önemlisi de; Ulus ve ordunun, kendilerini unutmuş Padişah’ına körü körüne bağlı olması hatta ona her şartta boyun eğmesidir. Bu davranış, o toplumun ne kadar cahil bırakıldığına acı bir örnektir.


Çok tehlikeli olan diğer bir husus da; halkını bir kenara koyup, kendi kişisel çıkarını düşünen Padişah’a karşı fikir ve görüş belirtenlere “dinsiz, imansız, Padişah düşmanı, Vatan haini” damgasının vurulmasıdır.


Yani M. Kemal Paşa Samsun’a ayak bastığında ülkenin ve ülke insanının durumu genelde buydu. Hal böyleyken Paşa’nın işi gerçekten çok zordu. Karşısına aldığı kişi veya kişileri, yapacakları konusunda devamlı bilgilendirmesi ve ikna etmesi şarttı. Başka çıkar bir yol da yoktu onun için. Yani halı dokur gibi, ilmik ilmik işlemesi gerekiyordu görüştüğü, ilişki kurduğu kişi veya kişileri.


            Tekrar NUTUK’da kaldığımız yere dönelim:


            “Diğer önemli noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek ana ilke olarak kabul edilmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen hemen bütün zihinlerde yer etmişti. Tekrar onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.


            Bu düşüncede olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denilen kişiler de böyle düşünüyordu.


            O halde kurtuluş çaresi ararken, iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce İtilaf Devletlerine karşı düşmanca tutum takınılmayacak; sonra da padişah ve halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel koşul olacaktı.


            Evet. M. Kemal Paşa içinde bulunduğu şartları harika özetlemiş. Peki, ülkemizi elini kolunu sallaya sallaya işgal etmiş düşmana karşı mücadele nasıl olacaktı? Düşman güçler büyük devletler olunca, onlara karşı savaşmayacak, mücadele etmeyecek de, karşılarında el pençe divan mı duracaktık. Ülkemizi böyle mi savunacaktık. Onlarla çatışmaya girmek çok mu mantıksızdı?


O güne kadar tamamen geri plana itilmiş, unutulmuş ve cahil bırakılmış halkın bu şekilde inandırılmasının yanlışlığını anlıyorum da; özellikle seçkin ve aydın denilen zümrenin böyle düşünmesine bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Demek ki onların da mücadele azmi kırılmıştı.                                 İlhan Küçükbiçmen


           [email protected] , [email protected]