9 Eylül 1922’den 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’na...

Yorum: Değerli okurlar; 9 Eylül 1922 ve 24 Temmuz 1923 tarihleri, yakın dönem Türkiye tarihi açısından, büyük bir önem taşır.

Bu tarihlerin birincisi, yani 9 Eylül 1922; yok olmanın eşiğine gelmiş olan Türk milletinin ve Batılı devletlerce parçalanıp yutulmak istenen Türkiye’nin, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlattığı özgürlük ve bağımsızlık savaşının kazanıldığı, düşmanın Anadolu topraklarından tamamen temizlendiği tarihtir.

İkinci tarih, yani 24 Temmuz 1923 ise; Kahraman Türk Ordusu ve Gözüpek, yiğit Mehmet’ciğin kazandığı İstiklal Savaşı zaferinin sonunda Türkiye’nin; Lozan’da imzalanan uluslararası bir antlaşma ile hukuki alanda meşru varlığını, dünya devletlerine tanıttığı tarihtir.

Bir anlamda bu bir yıllık dönem, Türkiye’nin hukuki varlığının tescil ettirilme uğraşılarının verildiği dönemdir denilebilir. Lozan Antlaşması ile Osmanlı Hükümeti’nin, Batılı devlet temsilcileri karşısında ezik, merhamet dilenen delegelerince imzalanan ve Türklere ölüm fermanının ilanı demek olan Sevr paçavrası yırtılıp atılmış olup, bir anlamda Lozan antlaşması, biz Türklere yeniden onurlu ve hür yaşam olanağı yaratmıştır.

9 Eylül 1922 tarihinden yani Türklerin Yunan Ordusu karşısındaki zaferinden sonra İki taraf arasında siyasi ilişkilerin yeniden kurulabilmesi için çabalar hızlandırılmıştı. Ne var ki bu kritik evrede, Fransızlar ve İtalyanların kendilerini terk etmesiyle İngiltere, Türkler karşısında tek başına taraf olarak kalmıştı.

***

23 Eylül 1922’de Hariciye Vekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey aracılığıyla İstanbul’u, Doğu Trakya’yı ve Edirne’yi Türkiye’ye verme esasları üzerinde durulacak mütareke yapılması teklifi kabul edildi. 3 Ekim’de, Marmara Denizi’nin küçük bir limanı olan Mudanya’da, ateşkes görüşmelerine başlandı.

Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Mudanya’daki konferansta Türk tarafını, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) temsil etmiştir. Karşı tarafta ise, İngiltere adına Sir Charles Harington, Fransa adına General Charpy ve İtalya adına da General Mombelli yer almıştır. Yunanlılar ise bu görüşmelere katılmayı reddetmişlerdir.

İsmet Paşa’nın hem konferans öncesinde hem de konferans sırasında Gazi Mustafa Kemal Paşa ile sıkı bir temas içinde bulunduğu ve Mustafa Kemal Paşa’nın, Misak-ı Millî ilkelerine uygun bazı konularda, İsmet Paşa’ya birtakım talimatlar verdiği bilinmektedir. İsmet Paşa’nın taviz vermez bir kişiliğe sahip oluşu, bazı iç siyasal çekişmelerin bile göze alınarak, Mustafa Kemal’in tercih nedenini belirlemiştir.

İngiltere Dışişleri Bakanı Curzon’un, Paris’e giderek, orada diğer müttefik dışişleri bakanları ile görüşmesi ve onların da İsmet Paşa’nın isteğini kabul etmeleri üzerine; konferansa devam edilmiş; 10 Ekim’de diğer konuların da çözüme kavuşması üzerine, 11 Ekim’de mütareke, İsmet Paşa ile Müttefik Devletler adına, onların İstanbul’daki kumandanlarınca imzalanmıştır.

                                                           ***

Böylece, Misak-ı Millî’de değinilen Doğu Trakya toprakları, savaşmadan Türkiye’nin kontrolü altına girmiştir.

Türk milleti, yaklaşık dört yıl boyunca, sadece işgalci ordulara karşı değil; onların iş birlikçisi olan ve merhamet dileyerek, himayeye sığınarak onursuz bir tarzda varlığını devam ettirme çabası güden saray ve çevresine karşı da savaşmıştı. O saray ki Türk milletine önderlik eden Mustafa Kemal Paşa ile yakın silah ve dava arkadaşları hakkında idam fermanları çıkarmış, yakalanmaları için üzerlerine askeri birlikler göndermişti.

Anadolu’nun İstanbul’a karşı tutumu, gerçek meşru gücün, Anadolu’nun bağrından çıkmış olan T.B.M.M. olduğu, dolayısıyla Türk milletini ilgilendirecek her türlü kararın, bu Meclis’te alınabileceği şeklinde oluşmuştur. Ankara Hükümeti’nin temsil etmediği diplomatik ortamlarda alınan kararlar, geçerli sayılmamıştır.

Özellikle Fransa ve İtalya ile kurulan siyasal ilişkilerde ve yapılan anlaşmalarda; Batılı devletlerin siyasi ve askerî konularda düştükleri ayrılıktan ve bölünmelerden yararlanılmıştır. Mudanya Mütarekesi görüşmeleri sırasında, barış görüşmeleri için Lozan’da bir konferansın toplanmasına karar verilmiş; buna göre, bir tarafa Türkiye, diğer tarafa İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’nın katılması kararlaştırılmış. Türkiye’nin isteği ve ısrarı üzerine Sovyet Rusya, Ukrayna ve Gürcistan da konferansa davet edilmişti. Amerika Birleşik Devletleri ise, konferansta gözlemci bulundurmuş; Bulgaristan’ın Ege Denizi’nde bir mahreci bulunması işi görüşüldüğü zaman, bu devletin temsilcisi de görüşmelere katılmıştı.

Yorum: Siyasi gelişmeler bu merkezde iken, Türk milletini iki başlı görüntüden kurtarmak ve Ankara Hükümeti’nin uluslararası alanda kabulü yönünde en büyük adımlardan birisi olarak, Ankara Hükümeti’nce, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanat makamı, hilafet kurumundan ayrılarak kaldırılmıştır. Konu, yeni Türk Devleti’nin kuruluşu yönünde en büyük hukuki engelin de ortadan kaldırılması açısından çok anlamlıdır.

Yedi yüzyıldır padişahlar tarafından sahiplenilen Saltanat Makamı; eğitim düzeyi yok denecek kadar az olan, ümmet karakterli Osmanlı halkında, dini çıkarı doğrultusunda bazı Seyhülislam, Kadı, Hoca gibi tutucu din adamlarının doğal olarak yönlendirmeleriyle kutsallık mertebesinde görülmekteydi.

Özellikle Padişahlar, ülkeyi kötü yönetseler bile, hataları görmezden gelinen, halk nazarında kabul görmüş kişilerdi. İşte bu nedenle T.B.M.M. Hükümeti tarafından “saltanatın kaldırılması” kanunu çıkartılmasına rağmen, toplumun “şeriat” yanlısı bir kesimi tarafından kabul görmemiş ama bu sorun ilerleyen yıllarda üzerine düşülünce, halka “kısmen de olsa”… “Demokrasi” bilinci kazandırılınca, büyük oranda çözülmüştü.

    

'

'