Deneye deneye, nereden nereye. Bir, iki derken sosyal alandaki dokuzuncu kitabımıza gelivermişiz. Medimagazin yazıları belli bir sayıya ulaştığında, 2012 den beri onları düzenli olarak kitaplaştırıyorum. Son iki yıldan beri de, ‘akademik akıl’ yazıları da kitaplarıma girmeye başladı. Her yazının bir okuyucu kitlesi, bir derdi, çoğunlukla da okuyuculara iletilecek mesajları oluyor. Okuyanlardan çoğu doğru, kimisi de yanlış anlıyor. Kimi de hiç anlamayıp farklı yorumluyor. Önemli olan okuyanların çoğunun görüşleriyse, onların arzu, teşvik ve önerileriyle yazmaya devam ediyorum.

Akademik akıl’da yazılanların, kaç kişi tarafından okunduğunu, yazının başında sayılarıyla bildiriyorlar. Gelen yorumları da, yazının sonuna ekliyorlar. Yazarlar da bu sayede kendilerini, sayısal ve rasyonel olarak, kolayca test edebiliyorlar. Şimdiye kadar sitede yayınlanan, altmış kadar yazım olmuş. Okuyanların sayısını toplayıp altmışa böldüğümde, yazılarımın ortalama bin okuyucumuz tarafından okunduğunu görüyorum.

Günlük gazetelerin tirajlarına ve okuyucu kitlelerine göre kıyaslarsak, oldukça iyi ve elit bir okuyucu kitlemiz olduğunu, rahatlıkla söyleyebiliriz.

İlk bilimsel kitabımı, daha doçentlik dönemindeyken 1994 te yayınlamıştım. Göz açıp kapayıncaya kadar, üzerinden yirmi sekiz yıl geçivermiş. Yeni kitaplar, yeni baskılarla başlayan bilimsel yayıncılık yolculuğunda, aramıza katılan yeni yazar arkadaşlarımızla birlikte, son bilimsel çalışmamız olan 1600 sayfalık dev eserimiz ve ‘amiral gemimiz’ 16. kitabımız olan, ‘Jinekolojik Cerrahi’yi 2012 de yayınyayarak, bilimsel kitap yayıncılığına noktayı koydum. Yaş haddinden 2016 da emekli olduktan sonra da, mesleki çalışmalarıma son verip, sadece Medimagazin’de ve son iki yıldan beri de ‘akademik akıl’ sitesinde yazmaya devam ediyorum.

Hemen söyleyeyim, deneme tarzındaki kitaplarım, öyle sanıldığının aksine, binlerce olarak basılmıyor. Kitapçılarda satılsın, raflarda bulunsun diye bir derdim ve tasam da, şimdiye kadar hiç olmadı. Çam sakızı, çoban armağanı olarak, arkadaş, meslekdaş ve dostlarıma, elimden geldiğince, kendim hediye ederek dağıtıyorum. Profesyonel bir edebiyatçı, öykü, roman yazarı ve şair de değilim. Öyle bir arzu ve iddiam da yok. Çalışmalarımı amatör olarak yapmaktayım. Benim için önemli olan, yazdıklarım ve kitaplarımın, okunduktan sonra ilke, fikir ve görüşlerimin, ülkemizin kültür arşivinde yerlerini almasıdır.

Yayınevleri, bastıkları kitapların birer örneğini, başkentimiz Ankara’daki ‘Milli Kütüphane’mize gönderirler. Orada, ülkemizde basılmış eserler hiç bir yere kaybolmadan, sonsuza kadar arşivlenerek saklanırlar. Kütüphaneye gelenler, istedikleri her kitaba oradan kolayca ulaşabilirler. Arada bir, kütüphaneye ulaşmamış olan kitaplarım var mı diye sorgularım. Eksik olanları götürüp kendim teslim ederim.

Yazılarımda, kendi akademik ilgi alanlarım olan, sağlık, bilim ve eğitimin dışına taşmamaya çalışıyorum. İlk gazete yazımın üzerinden, neresinden bakarsak yirmi yıl kadar geçmiş. Kitaplarım, kitapçı raflarında olmasa da, değişik sahaflarda bulunuyor. Eski kitapların sahaflarda bulunması, bir yerde çok normal ve arzulanan bir şeydir. Onları, kimi zaman kağıt toplayanlar bulurlar. Bazen, herhangi bir nedenle evler boşaltılırken, ya da evde badana, boya, tadilat yapılırken dağıtılan eşyaların arasından, sahaflara kadar ulaşırlar. Ülkemiz sahaflarının, ‘nadirkitap’ adında bir web siteleri var. Orada hangi kitap, eski ya da kullanılmış olarak, hangi sahafta bulunuyor, kolayca görülüyor. Hatta aralarında, yazarından imzalı ve ithaflı olanlar bile oluyor. Internet kanalıyla istediğiniz kitabı, oradan ısmarlayıp, kolayca satın alabiliyorsunuz. Eski kitaplar da, eski dostlar gibidir. Arada bir de olsa, onları internette görmek, insanı mutlu ediyor.

Yazılarımın değerlendirilmesinde daima yanıbaşımda bulunan, beni yüreklendirip destekleyen sevgili eşim Tülin’e, dizgisinden baskısına yardımlarını esirgemeyen ‘Sonçağ Yayıncılık’ tan, başta değerli dostum Aytaç Uzun, Ceyda Şereflioğlu ve diğer yayınevi çalışanlarına teşekkür ederim. Siz okurlarım okudukça, gözüm gördükçe ve elim tuttukça, yazmaya devam edeceğim.

Kitaptaki yazılar arasındaki boşluklara, diger kitaplarımda da olduğu gibi, şiir ve ilginç bulduğum bazı sözleri ekledim. Bugüne kadar yazı yazmanın dışında, en çok zorlandığım şey, kitaplarıma isim koymaktır. Bu kez de öyle oldu. Yayınevine gönderdiğim dosyanın başına, ‘İşte öyle bir şey’, ‘nerde kalmıştık’, ‘hiç bir şeyde gözüm yok’, ‘inceldiği yerden kopmasın’, gibi önerilerde bulunmuştum. Sonunda çoğunluğun da kararıyla, adının ‘inceldiği yerden kopmasın’ olmasını uygun bulduk.

Kapak resmi olarak, iple dağa tırmanan dağcı resmi olsun önerime, dizgici arkadaşlar tarafından, zirveye Atamızın heykeli eklendi. O, dün, bugün olduğu gibi, yarınlarımızda da, daima ve hep zirvede olarak, sadece bize değil, tüm insanlığa yol gösterip, ışık saçmaya devam ediyor. Ben buna, tüm kalbimle inanıyorum. Sizi bilmem ama, kitabın içi dışında, kapağını da çok beğendim. Yakıştı diyelim. Gelecekte, yeni yazılar ve yeni kitaplarla buluşmak arzusuyla, sevgi ve saygılarımla.