Atatürk diyordu ki: Trakya hakkında bilgiye ihtiyacım vardı, bu nedenle önce İstanbul’da Gen. Kur. Bşk.ı olan Cevat (Çobanlı) Paşa’ya, daha önce birlikte oluşturdukları şifreli telgraf mesajıyla, “Trakya’nın durumunu, Edirne’de kimin 1. Kolordu Komutanı olduğunu ve Cafer Tayyar Bey’in nerede bulunduğunu” sordum.

Cevat Paşa’nın 17 Haziran’da verdiği cevapla, Cafer Tayyar Bey’in Edirne’de I. Kolordu Komutanı olarak görev yaptığını öğrendim.

Amasya’dan 18 Haziran 1919 tarihinde, Edirne’de 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e şifreyle verdiğim direktifte, esas olarak şu konulara dikkat çektim:

 “Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve vatanın parçalanması tehlikelerini hazırlayan İtilaf devletlerinin yaptıklarını, İstanbul hükümetinin esir ve güçsüz durumunu biliyorsunuz. Ulusun kaderini böyle bir hükümete bırakmak, yıkılmaya mahkûm olmaktır,” dedikten sonra;

“Trakya ve Anadolu’daki ulusal örgütlerin birleştirilmesi ve milletin sesini gür bir biçimde dünyaya duyurabilmesi için gerekli bir yer olan Sivas’ta ortak ve güçlü bir heyet meydana getirilmesi kararlaştırılmıştır.”

“Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetki sahibi olmamak üzere İstanbul’da bir heyet bulundurabilir,” diye direktifini sonlandırmıştı Atatürk.

***

Yorum: Şimdi, yukarıda yazılanlardan elde ettiğim çıkarımlara gelelim:

İlki; Anadolu’ya gidip, ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü mücadelesini veren Mustafa Kemal Paşa’nın, eksik olan parçanın yani “Trakya’nın” üzerine gittiğini açıkça görüyoruz. Bu gidişi bir de İstanbul’da bulunan Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa üzerinden perçinleyerek yapması harika bir strateji olmuş. Yani Edirne’de bulunan 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, Atatürk’ten aldığı, “Trakya ve Anadolu’daki örgütlerin birleştirilmesi” direktifi karşısında şayet, “tek başına hareket etme düşüncesi” aklından geçmiş olsa bile, bunun yolunun kesildiği görülüyor.

Ayrıca bu hareket tarzına bir de çok önemli olan, “Sivas’ta ortak ve güçlü bir heyet meydana getirilmesi”, görüşü de kanımca çok güçlü bir katkı yaratmış.

Yani Atatürk, sağlam birlikteliğin oluşabilmesi için, yakında düzenlenmesini planladığı, “Sivas Kongresi’”ne davet edeceği komutanlara önce onların ihtiyacı olan “güven” duygusunu aşılamaya çalışmış.

Daha İstanbul’dayken, yukarıda adı geçen, Trakya-Paşaeli Cemiyeti üyelerinden bazılarıyla fikir alışverişinde bulunduğunu, bu kişilerle gizlice görüşerek derhal örgütlenilmesini ve içlerinden iki kişinin delege olarak yanına, yani Sivas’a gönderilmesini Edirne 1. Kor. K.nı Cafer Tayyar Paşa’dan rica ediyor.

Son olarak Atatürk’ün o ana kadar ilişki kurduğu mülki amirler ve komutanlara gizli şifre olarak gönderdiği, önemsediğim şu sözleri üzerinde biraz durmak isterim:

“Bağımsızlığımızı kazanıncaya kadar bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma kutsal saydığım şeyler adına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kararı kesindir.”

Sevgili okurlarım, lütfen yukarıdaki paragrafı sindire, sindire dikkatlice birkaç kez okuyun. Çünkü burada, ülkesinin bağımsızlığını kazanması için tüm ulusla birlikte çalışacağına kutsal değerler üzerine edilen bir yemin var.

Çünkü burada, M. Kemal Atatürk’ün bu toprakları, yani “Anadolu’yu” ölümüne terk etmeme kararlılığı var. Bu ne muhteşem, ne asil bir duygudur, inanın tarifi mümkün değil.

Haydi! Şimdi gelin M. Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ve sonrasındaki genel ekonomik durumu ve yaşadığı şartları hep birlikte görelim:

Samsun’da kaldığı bir haftalık süreyi, orada bulunan “Mantıka” adlı bir otelde geçirmiş, oradan yolda birkaç kere bozulup tamir edilen, eski bir araçla Havza’ya geçmiş ve orada da “Mesudiye” isimli bir otelde yine bir hafta geçirmiştir. Bu süreçte ilçe yetkilileri ve askerlerle bir araya gelip, çeşitli toplantılar yapmıştır.

Yani bu komutan idealleri uğruna, zor şartlar altında, belki bitli, pireli otel köşelerinde kalarak mücadelesini sürdürmeye gayret etmiştir. Yanında ne parası, pulu ne de farklı bir ekonomik gücü vardı. Ama o gücünü, o güne kadar ihmal edilmiş, eğitimsiz, işsiz ve yoksul bırakılmış çilekeş Türk halkından alacaktı. Lütfen şimdi değerli okurlarımdan başlarını iki elinin arasına alıp, o günlerde yaşananları günümüz koşullarıyla karşılaştırmalarını rica ediyorum. Aradaki anlayış farkının ne düzeyde olduğuna artık sizler karar vereceksiniz.

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'

'