Eğitimli-eğitimsiz, öğrenci-akademisyen, Asya’lı-Afrika’lı, herkes Almanya’ya gitmek istiyor. Arzulanan, Alman kültürü mü, adaleti ve güvenliği mi,  ekonomisi ve istikrarı mı, Almancanın kolay öğrenilen bir dil olması mı, zenginliğin adaletli bölüştürülmesi mi, liyakat ve çok çalışmanın hakkaniyetli  olduğu mu, serbest piyasa ekonomisinin getirdiği fırsatlar mı, yoksa hepsi mi?

Hızlı kalkınmalarının başlıca nedenleri:

  • Almanların, çalışkanlık ve azimleri

  • ABD’nin Marshall yardımı

  • Uzun süre askeri harcama yapmamaları, ve ordu beslememeleri

  • Avrupa birliğinin getirdiği avantajlar


Aslında bu özellikler savaş sonrası tüm ülkeler için geçerliydi. Önemli olan, Almanların böyle bir mucize ve kalkınmayı her defasında da gerçekleştirebilmiş olmalarıydı. Almanya, iki dünya savaşından da yenik çıktı. Savaş sonrası, 1949 da ikiye ayrıldı. Elli yıl sonra (1999) iki Almanya birleşti ve adı, Almanya (Federal Almanya Cumhuriyeti) oldu.

Bu adaptasyon ve gelişme nasıl oldu? En önemli faktör, kaliteli genç bir neslin olmasında saklıydı. Eğitimin, her durumda birinci öncelik olarak görülmesi. Kaliteli eğitime, herkesin erişebilmesinin sağlanmasıydı. Alman ulusal gücü, birinci dünya savaşı öncesinde, Japonya, Fransa ve Rusya’yı çoktan geçmişti. 1913 te Almanya nüfusu 66 milyon, Rusya ise 170 milyondu. Ancak Almanya, Rusya’dan nitelik olarak çok daha güçlüydü. 1913 te, askere alınan yüz İtalya’nın, 33 ünün okuması yazması yoktu. Bu oran Macaristan’da 22, Fransa’da 7, Almanya’da ise binde birdi.      Fabrikaların, teknik eleman, kimyager ve mühendislere ihtiyacı vardı ve bu ihtiyacı karşılayacak kapasite onlarda vardı. Alman eğitim sisteminde, üniversiteler ve politeknik enstitüleri, çok köklü ve uzun bir geçmişe sahip. Bu sistem, en önemli cevher olan insan beynini işleyip, paha biçilmez mücevherlere dönüştüren bir sistemdir. İnsan beyninden daha değerli hiç bir gücün olmadığını, Almanlar diğer milletlerden çok daha önce keşfettiler. Çiftçiler daha modern teknikleri uygulayarak, diğer milletlerden daha ucuz ve çok daha fazla ürün elde ettiler. Bu sayede fiyatlar düşerek, daha büyük bir nüfusun beslenmesi mümkün oldu. İyi beslenen ve daha eğitimli nüfus, hızlı sanayileşmeyi de beraberinde getirdi.

1890 da Almanlar yılda 89 milyon ton kömür üretirken, bu rakam 1914 te yılda 277 milyon tona çıktı. Ayni yıllarda Fransa 40 milyon ton, Rusya 36 milyon ton üretiyordu. 1914 te Almanlar, yıllık 18 milyon ton çelik üretimiyle, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın toplam üretiminden fazlasını üretiyorlardı. Kömür ve çelik, sanayi devriminin en önemli unsurlarıydı.

Gelişmişlikte öncelikler sıralaması :

Eğitim, Tarım, Beslenme, Nüfus, İş gücü, Sanayi, Teknoloji ve Askeri güç.

Bir ulusun gücü, sadece silahlı kuvvetlerinin gücüyle ölçülmez. Ekonomi ve teknoloji, dış politikadaki ustalık, uzak görüşlülük, kararlılık, teşkilatlanma ve en çok da, o ülke halkının kendisiyle ölçülür.  Halkın, beceri, enerji, hırs, disiplin, inanç ve hayalleri, tüm bu etkenlerin birbirleriyle olan iletişimi, ülkelerin güçlerini oluşturur. 

Sorgulama ve eleştirmeye açık olan toplum yapısı, gerektiğinde kiliseyi de sorgulayıp, meydan okuyan ve Protestanlığı ortaya çıkaran Martin Luther’in, matbaayı icat eden Gutenberg’in birer Alman oluşları asla tesadüf değildir.

Buzdolabı, TV, tam otomatik bilgisayar, ilk uzay roketi, modern telekomünikasyon, nükleer füzyon, izafiyet teorisi, kuantum, dünyayı değiştiren mucit, düşünür, sanatçılar ve eserlerinin listesi oldukça uzun.

Kadının Alman toplumundaki yeri:

Bir toplumda kadınların çalışması ve katılımı demek, çalışacak, üretecek ve yeni fikirler bulacak nüfusun, iki katına çıkması demektir.  Almanya’da, kadınlar da erkekler kadar, iş hayatının, daima içinde olmuşlardır. Böylece Almanya’da savaşlar sonunda üretenler, iki katına çıkmıştır. Kadınlar, İkinci dünya savaşından sonra, yıkılan bina ve molozların neredeyse tamamını kaldırmış, binaları ve alt yapıları inşa etmiştir. Savaştan sonra da bir kenara çekilmeyip, erkeklerle birlikte, omuz omuza çalışmaya devam etmişlerdir.

  1. Dünya savaşı bitince, galip devletler, savaş tazminatı talep ettiler. Almanya’da hiperenflasyon oldu. Fiyatlar uçtu gitti. Paralar sayılamaz hale geldi ve tartılır oldu. Marktan 12 sıfır birden silindi ama, sıkıntılar 1933 e kadar sürdü ve sonunda Adolf Hitler iktidara geldi. 1929 da ABD de başlayan kriz, Almanya’ya da sıçrayınca, insanlar tek çıkış yolunun sosyalizm olduğunu düşünmeye başladılar. Hitler bunu milliyetçilikle birleştirerek, nasyonal sosyalizm olarak halka sundu.


Yahudiler neden hedef alındı?

Elmas, altın, gümüş gibi değerli metallerin ticareti, Yahudilerin elindeydi. Savaşın finansmanı için gereken para, Yahudilerden gasp edilerek alındı. ‘Ari ırk’ kılıfı altında Yahudilerden devlete, varlık transferi yapıldı. Tüm güç sanayiye kaydırıldı. Alman markaları müthiş bir atak yaptı. Siemens, Bayer, Krupp, gibi firmaların yüzbinlerce çalışanı oldu. Elektrik, boya, kimya, ve motor sanayilerinde dünya lideri olan Almanya, arayı iyice açtı. Bütün bunlar, eğitimli nüfus sayesinde oldu. Yer altında, maden ve petrol gibi kaynakları yoktu. Petrol, demir, bakır, ithal ediliyordu. 1938 de dünya altın rezervlerinin, % 54 ü ABD de, İngiltere % 11, Fransa % 11, Almanya’da ise sadece yüzde biri kadardı. Almanya çok da zengin değildi. Hitlerin stratejisi, ülkeleri işgal edip, zenginleşmekti.

Alman ekonomisinin sırrı neydi?

Wirtschaftsswunder, yani Alman ekonomik mucizesi. Bu mucizede iki önemli kişi ortaya çıkıyor:

Birincisi, Walter Eucken, Freiburg üniversitesinde ‘Freiburg Urdoliberalizm ekolü’ adı verilen, ekonomik bir sistemi geliştirmiş. Eucken’in ana hedefi: serbest piyasanın, vatandaşlara mümkün olan en fazla faydayı sağlaması olmuştur. ‘Karteller ve monopollerin oluşmaması için güçlü düzenlemeler olması ve yaşam zorluğu çekenleri destekleyecek emniyet ağlarının kurulması şarttır’ demiştir. ‘Doğan her çocuğa, ailelerin maddi durumu ne olursa olsun, kendisini geliştirmek ve sağlık olanakları sağlanmalıydı. Bu nedenle ülkelerin, çok güçlü  ve bağımsız ‘Merkez Bankalarının olması gerekliydi. İkinci dünya savaşı sonrası, Eucken’in öğrencilerinden olan Ludwig Erhard, ekonomi bakanlığına getirildi. Ekonomik kalkınmanın ikinci aktörü olan Erhard, Eucken’in fikirlerini uygulamaya başladı.

Bu kalkınma modeli neden bir mucizeydi?

Elli yılda, iki dünya savaşını kaybetmiş, yoğun bombardımanlarla, şehirleri, fabrikaları ve alt yapısı dümdüz olmuş, savaşlarda erkeklerin çoğu ölmüş, pek çoğu sakat kalmış, parası kağıt parçası haline gelmiş, halkının psikolojisi bozulmuş, ahlaki çöküntü ve ağır savaş tazminatlarına mahkum olmuş bir ülke, nasıl oluyor da otuz yıl içinde dünyanın üçüncü büyük ekonomisi ve AB lideri (halen dördüncü büyük ekonomi) haline geliyor?

Ludwig Erhard, ‘Reichmark’ı tedavülden kaldırıldı, yerine ‘Deutschmark’ bastırıldı. Paranın tedavüle girdiği gün, tüm fiyat kontrollerini kaldırdı. Böylece serbest piyasa ekonomisine geçildi. Dükkanlar mallarla doldu. İnsanlar, yeni paranın değerli olduğunu görünce, karaborsa kısa sürede bitti. Vergiler, büyük oranda düşürüldü. En fazla vergi indirimi, % 70 oranında, orta gelirliler için yapıldı. Hayat ucuzladı, tüketim arttı. İnsanlar, bir işe girip çalışmak için yeniden motive oldular. Sanayi ve pazarlar canlandı. Marshall yardımının etkisi, sanıldığı kadar büyük olmadı. Gelen yardım, Almanya ekonomisinin sadece % 5 ini oluşturuyordu. ABD’nin, ekonomiye olan en büyük katkısı, Almanya’da konuşlanan birlikleriydi. Amerikan hükümetinin askerlere ödediği dolarlar, Almanya’da harcandı’. (S. Aktan’dan derlenmiştir.)

1989 da Berlin Duvarı yıkıldığında, Batı Almanya dünyanın üçüncü büyük ekonomisiydi. Doğu Almanya ise yoksulluk ve sefaletten kırılıyordu. Yıllarca ayni halk üzerinde iki farklı sistem denenmişti. Doğu Almanlar, telleri, duvarları yıkarak batıya göç ettiler. Ülkedeki serbest piyasa ekonomisi uygulamalarıyla, sosyal refah daha da yükseldi. Ülke, refahı arttıkça, daha çok insanı kendine çekmeye başladı.

Almanya, mutluluk indeksi yüksek ve dünyanın en gelişmiş ülkelerinden. Eğitim, sağlık, alt yapı hizmetleri önemli ölçüde ücretsiz. Yoksul, hasta, işsiz ve evsizler için, ciddi sosyal yardım  destekleri var. Bu sistem, her ülke için, en uygun sistem olmayabilir. Ülkelerin toplumsal dinamikleri ve kültürel yapıları farklıdır. Uygulanan sistem, Almanya’da çok başarılı olmuştur. Ondan alınacak dersler olmalıdır.

'