“Bu hayata yaşamak için geldik ya, yaşayalım kendi bildiğimizce; kendi bildiğimizi okuyalım… Biz de her şeyin en iyisine layık değil miyiz? İnsan olduğumuzun önemini, yaşamın gayesi mi düşünüp duralım her an? Öyle ya, zaten biz insan olarak doğmaz mecburiyetindeydik. Bitki ya da hayvan olma ihtimalimiz yoktu nasıl olsa. Yetmedi biz Sibirya’nın kuş uçmaz kervan geçmez steplerinde doğamazdık. Suyun bir damlasının dünyanın en kıymetli mücevherlerinden daha kıymetli olduğu Afrika’nın kurak çöllerinde hiç doğamazdık. Açlık, sefalet ve gözyaşı bizim yanımıza bile uğrayamazdı. Bulunduğumuz coğrafya, sahip olduğumuz makam mevki ve para zaten bizim hakkımızdı. O hakkımızı yeri geldi mi almıştık. Herkes kendi başının çaresine baskındı. Her önüne gelen malımızın, emeğimizin, hakkımızın ortakçısı olacak değil ya, Ne yapmışsak, ne kazanmışsak kendi emeğimizin mahsulüydü. Dişimizle tırnağımızla bu günlere gelmişizdir. Analarımızın duası ise ritüelden ibaret. Kendi kundağımız kendimiz beleyip bugünlere gelmişizdir. Gariban mazlum kendi haline baksın. Bize el uzatan mı oldu da bunca kazanımı elde ettik. Onlar da bir çaresine baksaydı da bulundukları hal üzre olmasalardı. Gemisini kurtaran kaptan oluyor bu devirde. Kimse durup dururken kaptanlık ve gemi verir mi bu devirde. Mal, mülk, makam, itibarı kimse kimseye lütfetmez, Ben çalıştım ve kazandım. Kimse kimseye günahını bile durup dururken vermezken ben çalışmasam bunları kim verebilirdi ki? Kendimden başka kimseye güvenmem. Benim hiç kimseye ihtiyacım yok. Kendi kendime yeterim. Herkes başının çaresine baksın.” Hak vaki olduğunda Rabbinin huzurunda da bunları söyleyip ‘her şey benim hakkımdı. Hakkımla elde ettim her şeyi’ diyebilecek misin?