Polatlı İlçe Müftüsü Hayri Cihangeri Ramazan ayı ile ilgili bir yazı paylaştı. Müftü Cihangeri yazısında şu ifadelere yer verdi; “Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmuştur “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici ve doğruyu eğriden ayırt edici belgeler olarak kendisine Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim -Ramazan- hilali(ni) görürse oruç tutsun.” Cenab-ı Hakk, Ramazan ayını diğer aylardan ayırt ederek övüyor ve bu ayı, Kur’an-ı Kerim’i indirmek üzere bizzat kendisinin seçtiğini bildiriyor.4 Bütün insanlığın dünyevi ve uhrevi saadetini sağlamada yeterli olan ve doğruya ulaştıran Kur’an’ın ramazanda nazil olması, ramazan ayının diğer aylardan daha faziletli olduğuna delâlet eder. Zira günler ve ayların diğerlerinden daha kıymetli olması, o günün ve ayın, diğerlerinde olmayan bir şerefi taşımasıyla mümkün olduğundan, ramazan ayı iki önemli şerefe haizdin Birincisi, İslâm’ın şartlarından faziletli bir ibadet olan orucun bu ayda farz olması, İkincisi de Kur’an gibi rehber bir kitabın kendisinde nazil olmasıdır. Evet, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e risalet ve nübüvvet görevinin verilişi ile Kur’an’ın vahiy edilmeye başlaması, insanlık adına elbette muazzam bir olaydır. Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.s.), önümüzü aydınlatan, bizi karanlık ve yanlışlıklardan koruyan iki önemli kaynak, rehber ve birer nurdur ki, insanlık adına taşıdıkları değeri kavrayabilmek için, İslâm’dan önceki toplum yapısına -günümüzle de kıyaslama imkanı bularak- bakmak, insanlığın bu iki kaynak ile neler kazandığını, kazanabileceğini, yüz çevirdiğinde ise neler kaybettiğini, kaybedebileceğini görmek lâzımdır. Bilindiği üzere Cahiliye Devri dediğimiz İslâm’dan önceki Arap Yarımadası tek kelime ile vahşeti yaşıyordu. O günleri anlatan milli şairimiz Mehmed Akif; “Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta, Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi." mısralarıyla adeta resmini çizmiştir. O günün insanı, inanç ve ahlak gibi iki büyük ihtiyacına cevap verecek bir rehber ve kaynaktan mahrum oluşunun sıkıntılarını yaşıyordu.”

CAHİLİYE İNSANI HER ŞEYDEN ÖNCE İMANINI YİTİRMİŞTİ
“Cahiliye insanı her şeyden önce imanını yitirmişti. Putperestlik inancıyla dinlerini şekillendirmişler, Allah ile aralarına, çeşitli varlıklara tapınmak suretiyle yedek ilahlar koymuşlardı. Taş parçaları, kum tepelerine kadar birçok ilahlar edinmişlerdi. Kâbe’yi irili-ufaklı putlarla doldurmuşlar, boy ve anlamca en büyüklerine de Lât, Menât, Uzza, Hubel, Vedd, Nesr gibi isimler vermişlerdir. İnançsızlık veya Allah’a şirk koşma, sadece tapınma şeklinde kendini göstermiyor, aynı zamanda ahlaki yapılarını, insanlarla ilişkilerini, hayata ve olaylara bakış açılarını da belirliyordu. En küçük anlaşmazlığı bile kılıcına havale ediyor, güçlü sürekli kazanıyor, zayıf haklı da olsa sürekli kaybediyordu. İnsan hayatının kıymeti güçlü olmakla eşdeğer hale gelmişti. Ahlâksızlığın her türlüsü de yaygındı. Son derece garip ve vahşice bir namus anlayışıyla kız çocuğuna, aklın kavramakta aciz kaldığı bir zulüm reva görülüyor, diri diri kumlara gömülüyordu. Yüce Allah, bu son derece kötü ve çirkin adetten bahsederken mealen şöyle buyurun "Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelendiği zaman yüzü kızarır, hiddetinden köpürür, kendisine verilen kötü haber yüzünden halktan gizlenmeye çalışırdı. Kız çocuğunu utana utana büyütsün mü, yoksa kumlara mı gömsün? Ne kötü hüküm veriyorlar.
Dikkat edilirse Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, kız çocuğunu anne-babanın saadet ve onur duyacağı bir müjde olarak niteliyor ve cahiliye insanının kötü anlayışını da şiddetle reddediyor. İmanın kaybolduğu, şirkin her çeşidinin yayıldığı bir ortamda, içki, kumar, zina ve iffetsizlik, kölelik ve kölelere karşı yapılan insanlık dışı muameleler, işkenceler, kadının bir mal gibi alınıp satılması vb. kötü ahlâk örneklerinin de yaygın hale gelmesi gayet tabii idi. Yüce Allah, insanlığın geldiği bu noktayı evrensel bir mesaj olarak şöyle tanımlıyor: “İnsanların elleriyle işledikleri şeyler yüzünden karada ve denizde fesat zuhur etti (kargaşa ortaya çıktı)”

BÖYLE BİR ORTAMDA HZ. MUHAMMED’E (S.A.S.) PEYGAMBERLİK GÖREVİ VERİLDİ
“İşte böyle bir ortamda Hz. Muhammed (s.a.s.)’e peygamberlik görevi verildi. Kur’an-ı Kerim’de-, putperestliğin yerini tek Allah inancı ve Tevhid anlayışına terkederken, içki, kumar, zina ve fuhuş, zulüm ve haksızlık gibi insan onuruyla bağdaşmayan davranışlar kalp ve ruhlara nüfuz edilerek kaldırılıyor, yerine sevgi, saygı, merhamet, adalet, kardeşlik, doğruluk, yardımlaşma, barış ve emniyet gibi güzel duygu ve hasletler yerleştiriliyordu. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyuruyordu:
“Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir, güzel işler peşinde koşan mü’minlere, kendileri için büyük bir ödül olduğunu müjdeler. Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için bir şifa ve rahmettir, zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır. İşte bu kitap, kendisinde şüphe edilecek hiçbir şey yoktur, Allah’tan sakınanlar için bir rehberdir." Evet, insanlık Kur’an ile adeta yeniden doğmuş, kaybettiği değerlerini yeniden kazanmış, çok kısa bir zamanda insana hayret veren bir değişim ve gelişmeyi gerçekleştirmiştir. Kur’an, bütün insanlığa rehber olmak, yol göstermek, doğru yola ışık tutmak için gönderilmiş evrensel bir mesajdır. Ancak yağmur ne kadar bol yağarsa yağsın, ırmak ne kadar büyük coşkuyla çağlarsa çağlasın, serçe suyu damla damla içer misali; Kur’an’ın insanlığa ışık, rehber ve rahmet olması, ona imana ve gösterdiği yolu anlamaya bağlıdır. Güneş herkese gülümser, ancak ondan istifade etmenin yolu, ona teveccüh etmektir. Zira “Onu dinlemeyin, onun hakkındaki gürültülü yaygara koparın, belki duyulmasını engeller, üstün gelirsiniz.” mealindeki tanımlanan insan anlayışına Kur’an’ın rehber olup yol göstermesi elbette mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki gözünü kapayan sadece kendisine karanlık eder.”