Polatlı İlçe Müftüsü Hayri Cihangeri israf ve cimriliğin İslam’daki yeri ve mal ve servetin kullanımı ile ilgili bir yazı paylaştı. Müftü Cihangeri yazıda şu ifadelere yer verdi; “İnsanın değeri kendisine verilen nimet ve yeteneklerle yakından ilgilidir. Düşünme, fikir üretme, bilgi sahibi olma, karar verme ve isteği doğrultusunda amel edebilme yeteneği onu diğer yaratıklardan ayıran başlıca özelliklerdir. Yüce Allah insanla birlikte yeryüzü ve çevresinde, canlılara yetebilecek ölçüde rızık ve nimet de yaratmıştır. Öyle ki Kur’an-ı Kerim’de, bu nimetlerin sayısal olarak tespitine bile güç yetirilemeyeceği ifade edilmektedir.  Yine kâinattaki her canlının rızkının Yaratan tarafından lutfedildiği belirtilmiştir. Dünya ve erişebildiğimiz diğer âlemlerin sayısız nimetler üretmeye elverişli olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, Allah’ın nimetlerinin ne denli sayısız olduğu ve her canlı için yetecek ölçüde rızık yarattığı anlaşılır. Kendisine bu derece önem verilen insan, başıboş bırakılmamış , yaratılış amacının Allah’a ibadet olduğu  ifade edilmiş, bu ibadet yolu da gönderilen peygamberlerle kendisine bildirilmiştir. İnsan, kendisine verilen nimetin değerini bilecek ve şükredecek, niçin yaratıldığının  şuurunda hayatını sürdürmeye çalışacaktır.”

MAL VE SERVETİN KULLANIMI

“İhtiyaçlarımızı gidermek için edindiğimiz şeylere genelde “Mal” terimi kullanılır.  Sözlükte mal, kişinin malik olduğu eşyanın hepsini ifade eder.  Edindiğimiz mallar yığınına da “Servet” adını vermekteyiz.  İslâm inancına göre, evrendeki her şey Allah’a aittir. İnsanların elde ettiği mal ve mülkün hepsi O’nundur.  Nitekim, Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olan Allah ne yücedir!..” (Zuhruf, 43/85) âyeti bu hususu dile getirmektedir. İnsan âdeta Allah’ın mülkünün emanetçisidir. Bu nedenle o, Allah’ın mülkünde başkalarına zarar vermeden meşrû yollardan kazanacak ve elde ettiği serveti harcarken de topluma zarar vermeyecek şekilde meşrû ölçüler içinde sarf etmeye özen gösterecektir. İslâm’da insanlara her ne kadar özel mülkiyet hakkı tanınmış ise de, kişiler mülklerinde veya sahip oldukları değerlerde sınırsız tasarruf hakkına sahip değillerdir. Başka bir ifade ile kişinin, “nasıl olsa mülk bana aittir, sahip olduğum maddî ve manevî değerleri, gerek fert gerekse toplumsal bazda fayda ve zararı gözetmeden kullanma hakkına sahibim.” deme özgürlüğü yoktur. Bu noktada İslâm’ın iktisadî hayata belli ölçüler çerçevesinde müdahale ettiğini görmekteyiz. Şu kadar var ki hemen her toplumda sahip oldukları mal veya servetlerde insanlara getirilen bazı yükümlülükler, hoş karşılanmamış ve itirazlara mahal olmuştur. İslâm, kişiyi servet edinmede nasıl birtakım kurallarla bağlı kılmışsa, elde edilen servetin tüketimi ya da tasarrufunda da meşrû ölçüler doğrultusunda hareket edilmesini öngörmüştür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de.  “Allah’a ve Resûlüne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükafaat vardır.” (Hadîd, 57/7). İslâm’da helâlinden kazanmak ve bu kazancı uygun şekilde ve gereği gibi kullanmak temel esas ve hedeftir. Dinimizde, haram kazanç yerildiği gibi, helâl kazancın da gerekli ölçüler çerçevesinde kullanılmaması kınanmış hatta yasaklanmıştır. Kazancın ya da sahip olunan değer ve nimetlerin gereği gibi kullanılmaması, israf kavramı ile ifade edilmektedir ki, İslâm’da, her çeşidiyle israf haram kılınmıştır. Hem elimizdeki üretilmiş malları hem de dünyanın kaynaklarını ölçülü ve dengeli bir biçimde kullanmak ve tüketimi ona göre düzenlemek zorundayız.”

İSRAF VE CİMRİLİK YASAKLANMIŞTIR

“İsraf; herhangi bir konuda aşırı gitmek, doğru ve gerçek olandan sapma, meşrû sınırların ötesine geçme; imkanları ve sahip olunan değerleri, gerekli görülen yerler dışında veya gereğinden fazla harcama  anlamına gelmektedir. Cimrilik ise; imkan olduğu halde gerekli harcamayı yapmamak demektir. İslâm’da israf ve cimrilik, âyet ve hadislerle yasaklanmıştır. Nitekim, “...Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31) âyeti israfın haram olduğunu açıkça dile getirmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de: “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.”  sözü ile israfın yasaklığını ifade buyurmuştur. Dikkat çekici bulduğumuz şu olay İslâm’ın israf konusunda ne denli titiz olduğu hususunda bize yeterli fikir vermektedir: Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s.) Sa’d’e uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (a.s.), (onun suyu aşırı kullandığını görünce); “Bu israf nedir"? diye sordu. Sa’d de, "Abdestte de israf olur mu?" dediğinde Hz. Peygamber (s.a.s) de “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile” şeklinde cevap verdi. Kur’an-ı Kerim’de, insanın cimrilik duygusundan kurtulması ve bunun yerine cömertlik duygusunu geliştirmesi her vesile ile öğütlenmekte, Allah’ın cimrilik edenleri ve başkalarına da cimriliği tavsiye edenleri sevmediği belirtilmektedir (Nisa, 4/37). Başka bir ayette cimriliğin insanın kendi yararına bir davranış olmayıp aksine tam aleyhine bir sonuç doğuracağı ifade buyurulmuştur.  Hz. Peygamber de cimriliğin yasak ve dinde hoş karşılanmayan bir haslet olduğunu,  "İki haslet vardır ki bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk."  hadisiyle ifade etmiştir. Ayrıca Resûlullah (s.a.s) genel olarak insanlar hakkında düşünülebilen en kötü ve alçaltıcı iki huyun cimrilik ve korkaklık olduğunu , cimrilik duygusuyla imanın bir arada bulunmayacağına  vurgu yapmıştır. İslâm ahlakçıları cimriliği ahlakî ve psikolojik bir hastalık kabul eder. İslâm’a göre, evrendeki her şey Allah’a aittir. İnsanların elde ettiği mal ve mülkün hepsi O’nundur. Yüce Allah insanla birlikte yeryüzü ve çevresinde, bütün canlılara yetebilecek ölçüde rızık ve nimet de yaratmıştır. Kâinattaki her canlının rızkı, Yaratan tarafından lutfedilmiştir. Ayrıca yeryüzü ve çevresi yaratılanların geçimini temin etmeye elverişli bir biçimde yaratılmıştır. İnsanlar, Allah’ın kendileri için yarattığı rızık ve nimetleri, meşrû yollarla elde etmek suretiyle yararlanabilirler ve onları mülk edinebilirler. Her ne kadar özel mülkiyet hakkı tanınmışsa da kişiler, mal varlıklarında mutlak mülkiyet hakkına sahip değillerdir. Meşrû yollarla elde edilen mal ve servetin harcanması veya tüketiminde de meşrû ölçüler çerçevesinde hareket etme zorunluluğu vardır. İslâm’da, harcama ve tüketim, israf değil iktisat diğer bir ifadeyle verim ekonomisi temeline oturtulmuştur. İsraf, sadece fertlerin değil toplumların çöküşünde de en önde gelen etkenlerden birisidir. Bu bağlamda İslâm, mensuplarını kendilerine gerek fert gerekse toplumsal bazda verilen değerlerin israf edilmemesi konusunda uyarmıştır. İslâm’da mal yığmayı düşünen ve servetlerini tembelce ellerinde tutanlar da tasvip edilmemişlerdir. Zira böyle bir tutum, malların âtıl durumda kalmasına ve dolayısıyla da kaynak israfına sebep teşkil etmektedir. İslâm, israfın önlenmesi için kişileri manevî yönden de motive etmiştir. Verilen her nimetten sorguya çekilme yaptırımı, israfın önlenmesinde önemli bir etkendir.”