Yaşadığımız çağ çok hızlı bir değişime uğradı.
Siyah beyaz tek kanallı dönemden önce renkli ve ardından da yeni tv kanallarının açılmasına, çatılarda ki demir uzun anten döneminden yuvarlak çanak antenlerle gelen uydu ve kablolu yayınlarına kadar bir anda değişen teknoloji bizi bir hayli etkilemişti.
Televizyonun yaygın olmadığı bir dönemden her evde büyülü ekranların böy gösterdiği ve hala devam eden bir döngüyü yaşadık, yaşıyoruz.
Daha bu gelişmelere ayak uydurmaya çalışıp sindirirken hemen ardından hala en büyük vazgeçilmezimiz haline dönüşecek efsane bir teknoloji bizi sardı.
Evlerde kullandığımız telefonların yerine artık cebimize sığdırmış ve her yere götürebilir hale geldik.
O günden sonra da zaten hiç bir şey eskisi gibi olmadı.
Tam da cep telefonu bize son kez çağ atladığımızı düşündürürken birden bire çıka gelen ve 20 yıldır hayatımızın her tarafını saran, uzunca bir süre de saracak gibi gözüken bir icat çıka geldi.
İnternet..
İşte televizyona sihirli kutu büyülü bir dünya diyen nesil internetle tanıştığında bunu tarif edebilecek bir kelime dahi bulamadı.
Sadece kullanmaya ve halen öğrenmeye devsm edebildi.
Öylemi internet, kendi sağlayıcı olmasına karşın kendisinin de önüne geçecek uygulamaların habercisi gibiydi.
Sosyal medya hayatımıza aniden girdi ama sanki hiç çıkmayacak gibi gözüküyor.
İş ilanından cenaze duyurusuna, kaybolan insan yada hayvan haberlerinden, daha tv seyretmeden haberlerin yayıldığı, duygusal ruh halimize kadar yansıttığımız bir yaşamsal organ haline geldi.
Oyunları saymıyorum bile.
Yapılan bir araştırma da bunun hayatımızın yüzde 80'ini kapsadığını ortaya koyuyor zaten.
Her 10 kişiden 8'i sabah uyandığında ilk telefonunu kontrol ederek güne başlıyor.
Zaten gecenin nasıl bittiği bize bu istatistik de ortaya koyuyor.
Şimdi soru şu;
Bu bir bağımlılık mı?
Yoksa modern çağda yaşamanın doğal hali mi?