Göstergebilim ve Dilbilim İlişkisi Dilbilim genel tanımıyla dil olayını ele alan insan bilimidir. Daha özel bir
tanım yapmak gerekirse hem doğal dillerin işleyiş düzenlerini hem de çeşitli evreler arasında oluşan değişimleri inceleyen bilim dalıdır. Dilin tarihi insanlıkla yaşıttır ama dil bilim yeni bir daldır. Dilbilim, konusunu dil olarak saptayan ve zaman içerisinde bunun kesin sınırlarını çizen pozitifi bir bilim dalı olarak ortaya çıkan ilk toplumbilimidir. Saussure dil sorunu içinde anlam sorununu da ele alan kişi olmuştur. Dillerin gösteren ve gösterilen olarak iki yanlı olduğunu ortaya koymaktadır. Semiyoloji terimini Saussure kullanmıştır. Genel Dilbilim Dersleri‟nin birden çok alana esin kaynağı olmasından ve anabilimin gecikmeli gelişmesinin de etkisiyle semiyolojinin ele alınması 1960‟lı yıllara denk gelmektedir. Yazınsal söylem üzerinde ilk uygulamalar yapılmıştır. Çünkü bilindiği üzere dilbilim, anlambirimcik, sesbirim gibi birimlerle tümce sınırında kalmaktaydı. Fakat dilbilimcilerin, eleştirmenlerin önündeki metinleri tümce çözümlemeleri karşılayamamaktaydı. Metin ve tümce
birbirinden farklıdır. Metin, birden fazla tümcenin yanyana gelmesiyle oluşan paragraf olarak düşünülemezdi çünkü metin tek bir tümce, bir kitap, bir film, bir resim de olabilirdi.  Göstergebilim ve dilbilim arasında özel bir ilişki olduğunu söylenebilmektedir. Saussure‟den itibaren diller göstergelerin oluşturduğu dizgeler olarak kabul
edilmektedir. Göstergebilimsel bakış açısıyla dilbilimin rahatlıkla ele alınabileceğini savunmakta ve iki bilim dalı iç içe düşünülebilecektir. Saussure göre göstergebilimin kural ve yasaları dilbilime de uygulanabilecektir. O dildeki sözcüklerin birer gösterge olduğu düşüncesinden yola çıkmaktadır ve dilsel göstergelerin bilimini ele alacak
kapsamlı bir göstergebilim hayal etmektedir. Göstergebilimin dilbilimden ayrı düşünmek zordur. Çünkü çağdaş göstergebilim dilbilimin yöntem ve verilerinden fazlaca faydalanmıştır. Saussure‟ün göstergesi gösterenle gösterilenden oluşan ikili bir yapıdadır. Kavram zihinde oluşmaktadır ve dilde bir sözcükle dışa aktarılır. Kavram zihnimizde soyuttur. Örneğin zihnimizde kedi kavramını düşündüğümüz zaman bu, zihnimizde kediler koşuyor demek değildir. Zihnimizde geçmişte gelecekte bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm olası kedileri kapsayan bir kavram olduğudur. Soyut olan bu kavramı dışa aktarmak istediğimiz zaman bu kavrama somut bir biçimde dışavurum
şekli bulmamız gerekmektedir. İşte burada sözcükler devreye girmektedir. Bunun için bazı sesler çıkarırız. Titreştirdiğimiz hava yani bu ses dalgaları karşımızdakinin kulağına ulaşmaktadır. Bu işlem için kedi kavramını hangi seslerle dışarı aktaracağımızı bilmemiz, karşımızdakinin de sesleri nasıl yorumlayacağını bilmesi
gerekmektedir. Saussur‟e göre, gösterilen soyut kavram, bu kavramın somut dışa vurumu da gösterendir. Bu durumda öğrenme olgusu söz konusudur. Dilin şifresini bilmek, belli ses dalgalarıyla bunların gönderme yaptıkları kavramlar arasındaki ilişkiyi bilmeye dayalıdır. R. Barthes tüm göstergebilim dizgelerinin dil ile iç içe olduğunu ve
göstergebilimsel her bütünlüğün dile başvurmak istediğini belirtmektedir. İnsan dil aracılığıyla diğer gösterge dizgelerinden hatta dilin kendisinden söz etmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman dil kendisinden de söz edebilen tek gösterge dizgesidir. Dili her an kullanmak zorunda olduğumuz için iletişim biçimleri arasında, en belirgin, en vazgeçilmez olanıdır. Genel göstergebilimin kurulması gecikme gösterirken, dilbilimin öncelikli olarak gelişmesi şudur: Saussure göstergeyi dilde, dilin kullandığı gereçler üstünde tanımlamıştır.  Göstergebilimin dilbilim uygulamalarından aldığı ikilik, Hjelmslev‟in açıklığa kavuşturduğu düzanlam-yananlam karşıtlığıdır. Yazınsal göstergebilimde, reklamların meydana getirilmesinde, sinema filmlerinin, resimlerin yapılmasında ve
çözümlenmesinde kullanılan araçlardan biridir.