Aklınıza neden sorusu düştüğü an başlarsınız düşünmeye, düşünceler arasında kaybolmaya...

20. yüzyılın benim için en özel yazarlarından biridir Albert Camus. Kendimi bu dünyaya yabancı hissettiğim zaman keşfettim kendisini.

Yazarlarla aranızda bağ kurar mısınız?

Benim en sevdiğim şeydir bu bağ. Yazarlarla hayal dünyamda arkadaş olurum

Beni en çok etkileyen düşüncesi hayatın anlamsızlığı üzerine olan görüşüdür. Kendisi yaşamın anlamsız olduğunu ama yaşamaya da değer olduğunu savunur. İlk başlarda onu tam olarak anlamayan insanlar umutsuzluğu ve karamsarlığı savunduğunu düşünebilir ama bu doğru değildir. Aksine umudu savunmuştur, yaşamı savunmuştur... Çabalamayı savunur çünkü yaşamı anlamlı hala getirmenin yolunun çabadan geçtiğini düşünür.

Bu dünyayı bende sevmiyorum ama bu sabah uyanmayı sevmemek gibi bir şey değil. "Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi reddedeceğim" der Camus.

İşte tam olarak bu sebepten sevmiyorum...

Hayatın anlamı nedir? ya da bu anlamı bulabilmenin yolu nedir? Aslında rasyonel olarak bunu başarmak mümkün değil.

Günlük rutinlerimiz, hayat telaşı içinde kayboluşumuz dünyaya daha da yabancılaştırıyor bizi.

Bizler yani bu dönemin insanları kelimenin tam anlamıyla kendimizden önceki dönemlerdeki insandan farklıyız. Sanayi Devrimi ile birlikte dünyaya yayılan kapitalist ekonomi sistemi, Büyük Ekonomik Bunalım, insanları da bunalım içine sürüklemiştir. Büyük Bunalım ve hemen ardından gelen Faşizm ve Nasyonal Sosyalizmin egemenliği ve İkinci Dünya Savaşı...

Hala bitmeyen savaşlar, değişen ekonomi, reklamlar, sistemler...

Biz artık tek derdi karnını doyurmak olan insanlar değiliz. Değişiyoruz dönüşüyoruz ama içimizde savaş veriyoruz, dünyaya yabancılaşıyoruz.

'